Adanalı Hanımağa 21

Yarım saati biraz geçerken Hanımağa’nın evindeydim. Kendi Mercedes arabasının arkasında siyah bir Mini Cooper park etmişti. Misafirimi var acaba diye düşünürken kapıcı Reşit amca belirdi. “Buyur beyim, havuzun oraya geç!” diyerek yol gösterdi. Artık gözüme aşina görünen adamları kapıda hazır ol vaziyetinde bekliyordu. Beni görür görmez kendilerine çeki düzen vermeleri hoşuma gitti.

Evi bildiğim ve yabancısı olmadığım için havuzun oraya gittim doğruca. Masanın üstü çeşit çeşit kahvaltılıklarla süslenmişti. Asiye ve Emine son hazırlıkları yapıyordu. Hanımağa yoktu ama küçük bir sürpriz beni bekliyordu. Dün gece kulüpte türkü söyleyen Çilem masadaydı.

Beni görünce ayağa kalkıp elimi sıktı nazikçe. Merhabalaşıp halini hatırını sordum. Hanımağa’nın kendisini kahvaltıya davet ettiğini söyledi. Siyah Mini Cooper’ın sırrı çözülmüştü böylece. Mavi dar bir kotun üstüne daracık beyaz bir bluz giymişti. Kısa kollu bluzun göğüs kısmı açıktı ve şişkin memelerinin çatalı dün geceki gibi görünüyordu. Siyah sutyeni de belli oluyordu. Kalın pembe dudakları sabahın bu erken saatinde parlıyordu. Uzun siyah saçlarını atkuyruğu yapmıştı arkasından.

Birkaç dakika sonra Hanımağa geldi. Rahat keten pantolonu ve gömleğini giymişti yine. Ayağında terlikler vardı. Bana sarılıp yanaklarımı öptü. Ardından Çilem’e uzun zamandır görmüyormuş gibi sarılıp hasretle öptü yanaklarını, o da karşılık verdi.

Tanışıp tanışmadığımızı sorunca tanıştığımızı hatta Çilem’in akşam benim için türkü okuduğunu söyledim. Bunu duyunca gülümsedi. “Çilem benim canımdır. Kaç zamandır yanımda çalışıyor. Adana piyasasının bir numarasıdır. Birkaç aydır yoktu. Ameliyat falan oldu, başka şeyler girdi araya. Dün gece yeniden sahne aldı. Çok isterdim orada olmayı ama başka işlerim vardı, ertelenecek işler değildi!” deyince Çilem “Ne demek Hanımağam. Senin yerin başımın üstü!” dedi eline sarılarak.

Kahvaltı sırasında Asiye ve Emine sürekli başımızda durup çayımızı yeniliyorlardı. Emine süt dökmüş kedi gibiydi. Yüzüme bakmaya korkuyordu dün olanlardan sonra. Asiye ise annesinin tedirgin, korkak haline karşın çok rahattı. Basma şalvarının altında götünü çalkalıyor, ara sıra gözü üzerime takılıyordu. Giydiği kısa kollu bluzun üst düğmesini açmış, açık olan koynuna şişkin ve dik memelerinin çatalı eşlik ediyordu. Başını annesi gibi ensesinden bağlamıştı.

Kahvaltı sonrası kahvelerimizi içtik. Onların konuşmalarını dinlemekle yetindim. Çilem kalkması gerektiğini söylediğinde Hanımağa ısrar etmedi kalması için. Görüşmemiz gereken işler vardı. Çilem nazikçe elimi sıkıp yanımızdan ayrıldı.

O gidince Hanımağa “İyi kızdır, severim. Mersin’den getirttim 5-6 sene önce. Orada düğün salonlarında okuyordu. Seni meşhur edip albüm yapacağım diyen dolandırıcı bi ibnenin eline düşmüştü. Herif çok parasını yemiş, yetmemiş bir de hamile bırakmış. Onların elinden aldım kızı. Böyle uyanık göründüğüne bakma, safın biridir aslında. O da kalbinin temizliğinden geliyor… Sağ olsun bir dediğimi iki etmez… Neyse boş verelim şimdi bunları… Önemli konular var konuşacağım seninle…!”

Hanımağa konuya giriş yaparken ceketimin cebinden dün geceki hasılatı çıkarıp masanın üstüne koydum. Müdürün verdiği zarfın içindeydi paralar halen. Zarfı elinin tersiyle itip “Siktir et bunu şimdi!” diyerek bir sigara çıkardı altın tabakasından. Asiye ve Emine’ye kaybolmalarını söyledi. Ağızlığına sigarasını takarken altın çakmağını alıp yaktım. “Sen de yak bir tane!” dese de bu saatte içmek istemedim.

“Yeni kulübün kalan son pürüzleri giderildi. Milletvekilleri belediye ve kamuyla ilgili işleri çözecekler bugün yarın. Ruhsatı alacağız çok yakında. Öbür konu da tatlıya bağlandı, Orhan meselesi. Herifin ailesinin sesini kestim, delikanlılıkları parayı görünceye kadarmış. Orhan kısa süre yatıp çıkacak, her şey ayarlandı… Kulübün inşaatının en kısa zamanda bitmesi lazım. Melis orospusunun işini çabuk bitirmesi gerek…!”

Bunu dedikten sonra Melis’i aradı. İnşaatın ne durumda olduğunu sordu. İstediği cevabı alamamış olacak ki “Bak güzelim arkadaşımın kızı falan dinlemem gelir oraya ayağına sıkarım senin… İşleri hızlandır… Ben anlamam… Ne demek yok… Yoksa yaratacaksın… Siktirtmeyin bana elektrikçisini şimdi…!”

Telefonu Melis’in suratına kapattı. Sakinleşmek için birkaç derin nefes çekti sigarasından. “Kameralar takılıyor, sahne yapılıyor ama siktiğimin elektrikçisi çekmesi gereken yere hat çekmemiş. Dünden beri işler durmuş. Şimdi de adamı bulamıyorlarmış. Bu amına koyduğumun memleketinde işini düzgün yapan bir adam yok mu lan…!”

Yine birkaç derin nefes çekti sigarasından, havaya savurdu dumanını. “E, anlatsana, mal gibi durdun sen de. Ne oldu akşam!” diyerek sordu olanları. Pırıl’ı, kulüpte yaşananları, ardından Milena’nın evine gittiğimi anlattım sakince.

Sessizce dinledikten sonra “Arada sırada parası yetmeyen tipler çıkıyor. Ama bu işin kanunu bu, yiyemeyeceğin yarağın altına yatmayacaksın. Madem paran yok, gelmeyeceksin bu tip yerlere. Neyse müdür halleder bu işi… Olay çıkaran iki ibneyi de iyi benzetmiş çocuklar. Böyle şeyler olduğu vakit sakın taviz verme!” dedi uyarıda bulunarak. Milena ile ilgili ise tek kelime etmedi.

Sigarasını söndürürken bahçedeki araba ile motosikleti sordum. Gülümsedi ve “Sevdiğim bir arkadaşın hediyesi onlar. Oraya koydum, öyle kaldı, unuttum valla. Ben ne anlarım motordan falan. Binmek istersen al kullan!” deyince heyecanlandım. Ama motosiklet tecrübem yoktu ne yazık ki. Üstelik tehlikeli buluyordum. Ama spor BMW çok iyi olurdu arada bir kullanmak için.

Sonra Tamara’nın dediklerini anlattım. Kumarhanedeki gizli odayı sordum. O zamana kadar bana bundan bahsetmemesine üzülmüştüm doğrusu ama belli etmedim bunu. “Var öyle gizli bir oda. Her kumarhanede olur. Tanınmak bilinmek istemeyen dostlarımız misafirlerimiz orada oynuyor. Bir ara gidince gösteririm sana. Yanlış anlama sakın. Sana güvenmedim de onun için göstermedim diye düşünme. Orası her zaman açık olmuyor. Onun için!” deyince “Ne demek, önemli değil, canın sağ olsun!” dedim.

Dayak attığı kızı sorduğumdaysa kaşları çatıldı. Yeni bir sigara yakmak istedi ama sonra yerine koyup vazgeçti. “Adı Safiye. İyi kızdı, işini en iyi yapanlardan biriydi. Ama ibnenin biriyle ortaklık kurmuş, devamlı ona çalışıyormuş. Öğrenince affetmedim. Böyle şeylerin affı olmaz. Kimse benden çalamaz. Yedi dayağı siktir olup gitti. Benim üstünü çizdiğim adam bir daha bu piyasada çalışamaz. En son İstanbul’da eskortluk yapıyor diye duymuştum…!”

Hanımağa’nın bu kendinden emin halleri ve sözleri hoşuma gidiyordu. Başka hiçbir kadında görmediğim şeylerdi bunlar. Zaten o da başka kadınlara benzemiyordu.

“Biraz dinlenmek istiyorum. Benim yerime sen koşturacaksın bugün. Şu Melis orospusuna bir görün bakalım, işler ne durumda. Boş bırakmaya gelmiyor orospuyu. Ama sakın alttan alma, selamımı ilet. O anlayacaktır… Sonra galeriye git bakalım, bir görün oraya da. Neler olup bittiğine bak… Akşamüstü de seninle poligona gidelim, şöyle güzelce enerjimizi boşaltalım… Yarın sabah erkenden Alanya’ya yola çıkacağız, ona göre ayarla işlerini… Yasemin aradı, bizi bekliyorlarmış… Gidip konuşalım, şu işi de halledelim hayırlısıyla… Bir şey olursa ben ararım seni…!”

“Tamam. Ama önce şirkete uğramam lazım. Yerime gelen Pırıl’a işleri göstermem gerek. Melis’le galeriye öğleden sonra uğrarım. Ha, bu arada ev de bulmam lazım. Beni fazla tutmazlar orada artık!” dediğim vakit araya girip “Ev kolay. Sen onu bana bırak. Dediklerimi hallet yeter. Evde taşınacak neyin var neyin yoksa hepsini ayarla, biz hafta sonu Alanya’dayken çocuklar yeni eve yerleştirir onları. Cumartesi kalıp Pazar döneceğiz çünkü!” dedi. “Olur, nasıl istersen!” diyerek karşılık verdim sözlerine. Kalkarken yanağımdan öpüp kulağıma fısıltıyla “Uslu dur yoksa oyarım!” dedi sertçe…

Arabaya atlayıp doğruca şirkete gittim. Pırıl çoktan gelmiş, odama geçip masama kurulmuştu. Beni görür görmez ayağa kalkıp “Geç otur!” diyerek koltuğu gösterdi ama “Sen otur, artık buranın patronu sensin!” dedim. Mini siyah bir etekle beyaz gömlek giymişti. İçini gösteren transparan gömleğin altında siyah dantelli sutyeni görünüyordu. Biçimli uzun bacakları parlıyordu. Saçlarını açık bırakmıştı. Yoğun, pahalı parfümünün kokusu odayı doldurmuştu.

“Arkadaşlarla tanıştın mı!” diye sorduğumda “Hayır, seni bekledim!” dedi. Çalışanları çağırdım odaya. Kendilerine Pırıl’ı tanıttım. Erkek çalışanlar Pırıl’dan ilk anda etkilenmişti. Kadın çalışanlar ise onun çekiciliğinden hoşlanmamıştı.

Yetkili arkadaşlarla kısa bir toplantı yapıp son hesapları ve konuları inceledik. Pırıl notlar alıp aklına takılanları sordu. Bu arada İstanbul’dan sabah uçağıyla gelen avukat da aramıza katılmıştı. Şirket bir an önce ayrılıp gitmem için erkenden avukatı göndermişti. Toplantı sonrası odada kalan birkaç parça eşyamı bir koliye koydum.

Öğleye doğru devir işlemlerinin tamamlanması için notere gittik. Noterdeki işlemler de bittiğinde şirketle bağım kalmamıştı. Pırıl artık Adana bölgesinin müdürü olmuştu.

Avukat “Tuğrul Bey yanlış anlamazsanız eğer… Firma evden bir an önce çıkmanızı istiyor!” deyince “Merak etmeyin, bu hafta sonu hallediyorum onu!” diyerek sözünü kesip lafı koydum. Avukat “Teşekkür ederim!” diyerek yanımızdan ayrılırken Pırıl “Şirketten ayrıldın diye arkadaşlığımız da bitti sanma. Seni sık sık ararım. Senin şu Hanımağan ile tanışmak için can atıyorum!” dediğinde “Tamam, aklımdasın. Ben ararım seni, gideriz kulübe, kumarhaneye de götürürüm!” diyerek istediği cevabı verdim.

Bu işi halledince bu kez yeni kulübe gittim. Bulmakta biraz zorlandım ama sonunda buldum. Girişte yelek giyip bareti taktım. Ustalar harıl harıl çalışıyordu. Melis yeni gelen elektrikçinin yanındaydı. Adama çıkışıyor adamsa alttan alıp ses etmiyordu. Hanımağa’nın telefonundan sonra benim de oraya gelmem Melis’i daha da germişti.

Kimsenin duyamayacağı şekilde kulağına “Hanımağa selam söyledi, işler yavaş giderse senin kıçında ikinci bir delik açacakmış!” dedim. Hanımağa böyle bir şey dememişti, ben uydurmuştum ama Melis’in anlayacağı dilden bir söz olmuştu bu. Yüzünün şekli değişti. “Tamam, ben hallediyorum. Sen bir şey deme, ben onunla konuşurum!” diyerek beni yanından gönderdi.

Elektrikçiye “Bana bak lan eşşoleşşek, eğer bugün bu iş bitmezse Hanımağa’nın karşısına sen çıkarsın ona göre!” diye bağırdı. Elektrikçi bunun üzerine “Tamam abla, halledecem ben, sen merak etme!” dedi tırsak tırsak. Hanımağa’nın adının geçmesi işlerin hızlanması için yeterliydi.

Güvenlik kameraları takılmaya devam ediyordu. Kulübün her tarafı güvenlik kameraları ile dolu olacaktı. Işıklı büyük sahne hemen hemen bitmişti. Locaları, mutfağı, üst katları dolaştım, orada çalışan ustalarla konuştum. Çoğu beni tanımıyordu. “Kim bu lavuk!” der gibi üstün körü cevaplar verip “Git işine lan!” demeye getiriyorlardı.

Ama Melis’in arkamdan gelip “Tuğrul Bey!” diyerek bana patronuymuşum gibi davranması, inşaat hakkında bilgiler vermesi onların da tavırlarını değiştirdi. Melis “Tuğrul Bey Hanımağa’nın damadıdır. Ona göre davranın. Bir yanlışınızı görürse Hanımağa hepinizi oyar, ona göre!” deyince adamlar sus pus olup işlerine devam ettiler.

Melis aramızda yaşananları çoktan unutmuş, kendini işe vermişti. Aksi halde Hanımağa götünde ikinci bir delik açacaktı! Bana yaltaklanıp sizli bizli konuşuyor, işlerin en kısa zamanda yetişeceğine dair garanti veriyordu.

Saat 15:00 gibi sahibi olduğum araba galerisine gittim. Gider gitmez orta yaşlı muhasebeci karşıladı beni. Geleceğimden haberi vardı belli ki. Her yer ve arabaların her biri tertemizdi. Adam arada geçen zamanda yapılan işleri anlattı. Birkaç araba satılmış, yenileri gelmişti satılmak için. Satıştan gelen paralar banka hesabına yatırılmıştı.

Bu arada bana verdikleri konsinye cip işi hallolmuş, cipin sahibi aracı uygun bir fiyata galeriye satmayı kabul etmişti. Sebebi de buranın Hanımağa’ya geçtiğini öğrenmesiydi. Zaten Hanımağa’nın da iyi tanıdığı, kumarhanesine sık sık takılan biri olduğunu söyledi muhasebeci. Adamın hesabına paranın gönderilmesi için gereken talimatı yazdım. Bütün işi aslında Hanımağa halletmiş, ben imza sahibi olarak son noktayı koymuştum. 3.500.000 liralık ödeme adamın hesabına gönderilirken ben de galeriden ayrıldım…

Galeriye gelmeden yolda Hanımağa arayıp “İşin bitince poligona gel!” diyerek emrini vermişti. Ben de çıkışta oraya gittim. Poligonun girişinde Hanımağa’nın adamları vardı. Celil onlardan biriydi. “Buyur abi, Hanımağam içerde, seni bekliyor!” diyerek yolu gösterdi.

Hanımağa poligonun sahibi ile odasında oturmuş kahve içiyordu. Kısa paçalı siyah dar bir kot pantolonla siyah gömlek vardı üstünde. Parlak yüksek topuklu siyah ayakkabıları ayağındaydı. Poligon sahibi karanlık tipli birine benziyordu ama bana karşı çok saygılı davrandı. İsteyen herkesin atış yapabildiği poligonu kapatmıştı bizim için.

Hanımağa sehpanın üstündeki üstü işlemeli bir kutuyu gösterip “Aç bakalım şunu!” deyince açtım. İçinde bana düğünümde hediye ettiğine benzer bir tabanca vardı. Tabancanın kabzasında ve gövdesinde altın işlemeler bulunuyordu. “Bu artık senin. Nereye gidersen bunu da yanında götüreceksin. Bulundurma ve taşıma ruhsatını Pazartesi halledecek çocuklar. Tamam mı!” diyerek göz kırpınca “Tamam!” dedim. Ama bunu tırsa tırsa söylemiştim. Askerlikten beri elime silah almamıştım. Düğünümde hediye ettiği tabanca da öyle duruyordu.

Hanımağa önde ben arkada atış yapılacak alana gittik. Güvenlik ekipmanlarımızı giyindik. Hanımağa’nın adamları içerdeki bölmelerde atış yapıyordu. Patlayan tabancaların sesleri beni korkuturken Hanımağa hiç oralı değildi, gayet rahattı. Çeşit çeşit silahlarla atış yapıyordu adamlar. Hanımağa için bir alan ayrılmıştı zaten. Kendi tabancası da oradaydı.

Tabancasını alıp kontrol etti, namlunun ağzına mermi sürdü. Ardından karşıdaki hedefe nişan alıp peş peşe tetiğe bastı. Her bir basmasında tabanca patlayıp karşıdaki hedef kâğıdı sallanıyor, Hanımağa’nın gövdesi de sarsılıyordu. Hanımağa gözünü kırpmadan saniyeler içinde bir şarjörü boşalttı. Hedef kâğıdı yavaşça bize doğru gelirken bana bakıp “Hadi bakalım, seni de göreceğiz!” diyerek gülümsedi.

Atışların hepsi de hedef kâğıdını bulmuştu. Birkaç tanesi hariç hepsi orta noktaya yakındı üstelik. Hanımağa iyi nişancıydı. Arkamızda duran poligon sahibi “Bravo Hanımağam, gene formundasın!” diyerek yalakalık yaptı.

Sıra bendeydi. Tabancayı kutudan alıp elimde tarttım. Nasıl atış edeceğimi poligon sahibi kısaca anlatsa da elim titriyordu. Hanımağa birkaç metre arkamda dururken tetiğe asıldım. Silahın ilk patlamasıyla yerimde sarsılıp geriye kaydım. Hanımağa gülerken hedef kâğıdında herhangi bir oynama olmadı, ıskalamıştım.

İkinci kez çektim tetiği ama bu da olmadı. Kalan atışları da sırayla yaptım. Neyse ki birkaç tanesi kâğıdı tutmuştu. Bir tanesi de ortaya yakın bir yerdeydi. Hanımağa sırtıma vurup “Tamam, sakin ol, devam et bakalım. Alışana kadar atışa devam!” dediğinde “Tamam!” dedim sakince.

Bir o bir ben sırayla şarjörlerimizi boşalttık. Dakikalar geçtikçe daha rahatlamış ve silahı kontrol eder olmuştum. Bir saati aşkın bir zaman atış yaptık. Atış yapmak psikolojik bir etki de yapmıştı. Poligondan ayrılırken pamuk gibi yumuşamıştım. Silahımı torpido gözüne koydum.

Çıkışta Hanımağa benim cipe bindi. Mercedes’in bagajında siyah büyük bavulu vardı, onu benim cipin bagajına koydurttu. Adamlarına “Ben Tuğrul’la anneme gidiyorum, siz işinizin başına dönün!” diyerek emir verdi açık camdan. Adamlar “Emredersin Hanımağam!” diyerek arabalara atlayıp kimi kumarhaneye kimi de kulübe doğru yol aldı. Şimdiki durak Hanımağa’nın annesinin eviydi. Bizi bekliyordu, kendi elleriyle yemek yapmıştı.

Baş başa kalmanın avantajıyla “Çok özledim seni. Diğer karıların koynuna girdiğinde içim içimi yiyor ama sabırlı olmamız lazım. Neyse ki artık devamlı yanımda olacaksın. Bavulu hazırlattım bugün, geceyi senin evinde geçiririz. Sabah da senin evden hareket ederiz!” diyerek elimi tuttu. Bunu duyduğuma sevindim, hem de heyecanlandım. “İyi düşünmüşsün!” dedim.

“Yarınki yolculuğa da bu arabayla çıkarız. Sen sürersin, valla çok rahatmış. Benim Mercedes buna göre eşşek kalıyor!” deyince araç için kendisine teşekkür ettim. Ne de olsa onun sayesinde geçici olmaktan çıkıp kalıcı hale gelmişti lüks araç. “Önemli değil, bunun gibi daha ne arabaların olur, sen yeter ki yanımda ol, bana desteğini esirgeme. Ondan sonrası kolay!” dedi.

Güneş yavaş yavaş alçalmaya başlarken Hanımağa’nın annesinin 4 katlı villasının önünde indik arabadan. Evin girişinde fingirdek hizmetçi kadın karşıladı bizi. Annesi mutfakta yemeklerin son kontrollerini yapıyordu. Beni görünce sıkıca sarılıp yanaklarımı öptü. “Hoş geldin aslanım, geç otur şöyle başköşeye!” diyerek salondaki büyük yemek masasını gösterdi. Hanımağa’ya ise kibar davranma ihtiyacı hissetmiyordu. “Gel bana yardım et, şu yemekleri koy tabaklara!” diyerek çıkıştı. Hanımağa annesine karşı sessiz kalıp “Tamam anne!” demekle yetindi.

Hizmetçi kadın masayı hazırlarken en başa geçip oturdum. Dizlerinin üstüne gelen siyah etekle beyaz gömlek giymiş, gömleğin üst düğmelerini açık bırakmıştı. Eğildikçe beyaz sutyeni ve şişkin memeleri görünüyor, o da daha çok göstermek için elinden geleni yapıyordu. Ellisine yakın bir kadındı ama halen işveliydi. “Evde erkek olunca en başa oturur!” dedi gülerek.

Annesi yöresel Adana yemeklerinden yapmıştı. Her birini tek tek anlattı ben yerken. Hepsi de birbirinden lezzetliydi. Yemek sonrası terasa çıktık geçen sefer olduğu gibi. Güneşin batarken ki kızıllığı çok güzeldi. Telefonumla birkaç fotoğraf çektim. Hizmetçi kadının getirdiği kahvelerimizi içerken havadan sudan, Hanımağa’nın işlerinden ve benim de artık onunla birlikte çalışacak olmamdan bahsettik.

Annesi bundan son derece memnundu. “Kızımın yanında birinin olmasına çok sevindim aslanım. Hele de senin gibi bir babayiğit olunca gözüm arkada kalmaz artık. Apo öldüğünden beri yavrum erkeklerin dünyasında bir başına kaldı. Ama Allaha şükür hepsinin hakkından gelmesini de bildi. Gene de ana yüreği işte, her zaman aklımda kalıyordu. Neyse ki artık sen varsın aslanım. Gözüm arkada kalmaz!” dedi.

Hanımağa annesinin bu sözleri üzerine atış poligonunda harikalar yarattığımı söyledi. Beni annesine daha da pazarlamaya çalışıyordu. Sözleri doğru değildi elbette ama beklediği tesiri yapmıştı. Annesi yerinden kalkıp beni alnımdan öptü. “Aferin aslanıma, görünüşünden belli zaten!” dedi keyifle.

Zaman ilerlemiş sohbet sohbeti takip etmişti. Artık kalkma vaktiydi. Annesi orada kalmamız için ısrar etti ama yarın sabah Alanya’ya gitmemiz gerektiğini söyledi Hanımağa. Erkenden yola çıkacaktık. “Dikkatli kullan evladım. Sahip çık bu kıza. Kendisi Hanımağa’dır, erkeklere emirler verir ama neticede bir kadındır sonuçta. Yanında bir erkeğin olması her zaman iyidir!” dedi. Yine yanaklarımı hasretle öpünce ben de elini öptüm ve oradan ayrıldık…

Bugünlük son durak benim evdi. Saat 22:00 gibi binanın önünde park ettim. Bagajdaki bavulu aldım. Önümde siyah topuklularının üstünde salına salına yürürken dar kotunun altındaki götünü çalkalıyordu Hanımağa. Götünün yanakları löpür löpür sallanıyordu. Sırtına dökülen sarı saçları dalgalanıyordu akşamın serinliğinde.

Asansöre geçip de kapı kapanır kapanmaz dudaklarıma yumuldu. İki eliyle yanaklarıma bastırmış alt dudağımı kanatırcasına emdi bir süre. “Çok mu azdın!” diye sorduğumda “Görürsün az sonra!” dedi…
发布者 58svsl
3 年 前
评论
2
账户以发表评论
sucreman
sucreman 3 年 前
teşekkürler dostum emeğine ellerine sağlık bağımlısı oldum hikayelerinin 4 gözle devamını bekliyorum
回答
afuygun
afuygun 3 年 前
Dostum teşekkürler, roman tadında gidiyor, zevkle okuyorum.:smile:
回答