Adanalı Hanımağa 29
Havaalanında Hanımağa’nın adamları karşıladı bizi. Zırhlı Mercedes’e atlayıp eve giderken adamlarıyla dolu bir minibüs de bizi arkadan takip etti. Benim bavullar Hanımağa’nın evine getirilmişti. Yeni daireme taşınmam birkaç günü bulacağı için o sürede burada kalacaktım. En üst kattaki bir oda benim için hazır edilmişti. Giysilerim bavuldan çıkarılıp dolap ve çekmecelere yerleştirilmişti.
Hanımağa katılacağımız toplantının çok önemli olduğunu söylediği için takım elbise giydim, ardından aşağı indim. Havuzun başında kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Hanımağa’nın gelmesini beklerken bir şeyler atıştırdım. Emine yanı başımda dikilmiş bana servis yapıyordu. Kadının fıldır fıldır dönen gözleri üzerimdeydi. Fısıltılı bir sesle “Biz burada yokken bir yaramazlık yapmadın değil mi!” diye sordum. “Yok ağam. Tövbe, vallaha tövbe!” dedi ve ardından koşar adımlarla içeri kaçtı.
Derken Hanımağa indi aşağı. Çok şık siyah bir pantolonla ceket giymişti. Kırmızı bir gömlek bunu tamamlıyordu. Yüzünde makyaj vardı, sarı saçlarını arkasından topuz yapmış, kulağına büyük inci küpeler takmıştı. Ayağında parlak siyah yüksek topuklu ayakkabılar vardı. “Çok güzel olmuşsun!” dediğimde “Höst, şimdi alırım ayağımın altına!” dedi dudaklarını büzerek ama bir yandan da gülüyordu. “Uluorta böyle şeyler söyleme!” diyerek uyarıda bulundu daha sonra.
Hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra Emine Türk kahvesi yaptı, kahvelerimizi içerken avukat aradı. Nedim’in verdiği 15 külçe altın için tanıdık kuyumculardan birine gittiğini, İranlı bir iş adamı ile görüşülüp anlaşma sağlandığını, adamın yarın nakit parayla gelip altınları alacağını söyledi. Hanımağa bunu duyunca sevindi. Altınları bu kadar kısa sürede elinden çıkarıp nakit para alacağı için mutluydu. Gün içinde bankaya uğrayıp Nedim’in parasının gönderilmesi için müdürle konuşacaktık.
Sonunda vakit geldi ve yola koyulduk. Ne var ki gideceğimiz yer Hanımağa’nın evine pek de uzak olmayan bir yerdeydi. Seyhan barajına karşı kocaman bir malikaneydi burası ve Abuzer’e karşı arabuluculuk yapan Halil Ağa’nın idi. Halil Ağa bugünkü toplantının ev sahipliğini yapıyordu. Kapıda birbirinden lüks arabalar ve VIP minibüsler vardı.
İçerde 5-6 adam vardı. Çoğu orta yaşın üzerinde, kelli felli, takım elbiseliydi. Bunların Adana’nın yeraltı dünyasının liderleri olduğuna inanmak güçtü. İçlerinde kadın olarak sadece Hanımağa vardı. Halil Ağa ortalarındaydı, bizi görünce “Ooo, benim güzel kızım gelmiş!” diyerek bize doğru yürüdü. Hanımağa elini öpüp başına koydu, o da onu yanaklarından öptü. Tabii ben de elini öptüm.
Adamların arasında Abuzer’i tehdit eden, kumarhanede gördüğüm iki kişiden büyük olanı da vardı, adı Mevlüt idi. Bizi görünce yanımıza gelip dostça elimizi sıktı, halimizi hatırımızı sordu. Diğerleriyle de tanıştım. Her biri Hanımağa’ya hürmet gösteriyordu. Çoğu ölen kocasının tanıdıklarıydı. Hanımağa beni damadı olarak tanıtınca meraklı gözlerle beni süzdüler.
Hanımağa her birinin ne iş yaptığını kulağıma fısıldıyordu. Kaçakçılık, fuhuş, yasadışı kumar ve i*****l oyunlar, gece kulübü ve gazino patronluğu, tefecilik, oto galericiliği, müteahhitlik, benzin istasyonu sahipliği gibi çok çeşitli işlerin sahibiydi her biri.
Bizden sonra iki kişi daha gelince Halil Ağa’nın başkanlığında toplantı başladı. Büyük bir masanın etrafında oturmuştuk. Toplantıyı Hanımağa istemişti o nedenle Halil Ağa lafı uzatmadan Hanımağa’ya verdi. Hanımağa her birine geldikleri için teşekkür etti. Yakında açılacak yeni kulübü anlattı ve açılışa her birini davet etti. Ardından konuyu dün gece bana açtığı kadın ticareti işine getirdi. Bu zamana kadar koruma verdiği kadınları artık kendisinin çalıştıracağını söyleyince ortamda biraz hava soğudu.
Katılımcılardan biri Hanımağa’ya neden bu kararı aldığını sordu. Adamın bu karardan memnun olmadığı sesinin tonundan anlaşılıyordu. Adı Mehdi idi ve Hanımağa onun da fuhuş yaptırdığını anlatmıştı. Bizden sonra gelmiş ve hiç selam vermemiş, Hanımağa’ya ve bana dik dik bakmıştı.
Hanımağa sesini biraz daha kalınlaştırıp “Korumam altındaki Seher’e senin Mestan çökmeye kalkmış, haberin yok mu!” diye sordu. Adam sağına soluna bakınıp “Senin Seher’de onun kızlarını almış elinden!” diye karşılık verdi.
Mestan Mehdi’nin altında çalışan pezevenklerden biriydi ve Seher’le aralarında eskiye dayanan bir sürtüşme vardı. Bu sürtüşme son zamanlarda çatışmaya kadar varmış, nihayet Seher’in adamlarından biri Mestan’ın bir adamını gece kulüp çıkışı vurup öldürmüştü, kendisi de yaralanmıştı. Bu olay biz Alanya’dayken olmuştu ve Hanımağa bundan hiç söz etmemişti bana. Ben de şimdi toplantı sırasında duyup öğreniyordum tüm bunları. Duydukça da heyecan ve korkuya kapılıyordum oysa Hanımağa kendinden emin ve rahattı.
Seher bir kadın satıcısıydı ama kendi çapında o da bir mafya lideri sayılırdı, kendi adamları vardı. Ama en tepede Hanımağa’ya bağlıydı. Hanımağa Mestan’ın kulüplere uyuşturucu soktuğunu, reşit olmayan kızlar çalıştırdığını, çalıştırdığı kızları uyuşturucuya alıştırdığını ve bu sayede kendine bağlı hale getirdiğini ekledi.
Bunun üzerine Halil Ağa söze girdi. “Uyuşturucu en illet olduğumuz konudur arkadaşlar. Gençliğimizi yiyip bitiren bir pisliktir. Bizler bu zamana kadar bu pisliğe karşı olduk, gene karşı olacağaz… Senin Mestan bu işlere girdiyse bıraksın, bu işten kimseye hayır gelmez, kazanacağı paradan da hayır gelmez…!”
Halil Ağa’nın sözleri uyarı mahiyetindeydi, adamların her biri “Doğru, haklısın!” diyerek katıldı buna. Hanımağa yeniden söz alıp “Benim de kulübe uyuşturucuyu senin Mestan soktu zamanında. Benim kızlardan birini ayarttı bunun için. Hukukumuz eskiye dayandığından affettim onu, elimizde büyüdü sayılır ama bu son davranışının kabul edilecek tarafı yok!” dedi gür sesiyle.
Bunun üzerine Mehdi söz aldı ve Seher’e verdi veriştirdi. Seher’in daha önce de Mestan’ın elinden kız aldığını anlattı. Ancak Hanımağa bunun doğru olmadığını araya girip kızların Seher’e kendisinin gittiğini söyledi. Son olayda da iki kız Mestan’ın elinden kaçmış ve Seher’e sığınmıştı. Bunun üzerine Mestan 300 bin lira para istemiş, Seher’de vermeyeceğini söyleyince ortalık karışmış, kan dökülmüştü. Seher şimdi canının korkusundan koruyucusu Hanımağa’ya sığınmıştı, gizli bir yerde saklanıyordu. Bu olayın neticesinde Hanımağa kadın ticareti işine bizzat girmeye karar vermişti. Şartlar bunu gerektiriyordu.
Hanımağa Mehdi’nin sözleri bittiğinde çok net konuştu: “Ya Mestan’a dersini verirsin ya da ben veririm. Benim korumam altındaki adama silah çekenin ciğerini deşer çiğ çiğ yerim!” dediğinde adam sinirle ayağa kalkacak gibi oldu. Ama yanında oturan Mevlüt kolundan tutup geri oturttu onu. Hanımağa’nın tehdidi karşısında Halil Ağa ortamı sakinleştirmeye çalışıp suya sabuna dokunmayan birkaç söz söyledi.
Mehdi birkaç anlamsız söz etti, ardından Mestan’la konuşacağını söyledi. Halil Ağa bu işin çözülmesi için 2 gün süre verdi Mehdi’ye. Ardından Hanımağa’ya “Nurcan kızım, Mehdi’yi duydun. Mestan itiyle konuşsun hele bir, bu işi büyümeden bitirsin. Sen olay sonuçlanmadan bir şey yapma!” dedi. Hanımağa “Mestan Seher’in üzerine gelmeyi bırakacak. Ben de karşılığında onun canını bağışlayacağım. Aksi halde bundan sonra adamlarımdan birinin ayağına taş değsin bunu Mestan’dan bilirim, o zaman onu diri diri mezara gömerim!” dedi erkeksi bir tavırla.
Halil Ağa “Nurcan kızım, şimdi savaş başlatma zamanı değildir. Bu işten zamanında her birimiz çok çektik, Adana çok çekti, gençlerimiz, yiğitlerimiz çok çekti. Kimi toprağa girdi genç yaşında kimi hapse. Bu işi artık sulh yoluyla çözmek gerek. Sen aklı başında birisin, bu işlerin kanla silahla çözülmeyeceğini bilmen gerek!” dediğinde Hanımağa “Elbet bilirim bunları ama karşımdaki neyden anlıyorsa ona göre davranmasını da bilirim. Mestan iti artık çok oldu. Bu işin sulhla çözülmeyeceği anlaşıldı!” diyerek yanıt verdi.
Mehdi bunun üzerine epey sinirlendi ve “Savaşsa savaş, kansa kan!” dedi dişlerini sıkarak. Hanımağa o an kendini kaybetti ve iki yumruğunu masaya vurup “Sen neyine güveniyon lannnn!” diye kükredi. O an ben bile yerimde korkudan titredim. Mehdi’nin başka bir söz söylemesine Halil Ağa müsaade etmedi. Ortamı yumuşatmak için bir şeyler geveledi. Mehdi kalktı ve izin isteyip ayrıldı toplantıdan.
O gidince Mehdi hakkında konuşulmaya başlandı. Mestan’ın patronuydu, onun yaptığı her şeyden haberi vardı. Tüm itirazlara karşın Mestan’ın uyuşturucu satmasına, kızlara içirmesine izin veriyordu. İkisi birlikte Kilis ve Urfa’daki mülteci kamplarından küçük yaştaki Suriyeli kızları çok ufak paralara alıp pazarlıyordu. Bunun dışında yasadışı bahis de oynatıyordu. Toplantıdakiler hatta Hanımağa bile küçük kızları çalıştırmasına pek ses etmiyor ama uyuşturucu satmasına ateş püskürüyordu. Halil Ağa 2 gün içinde bu olay çözülmezse Hanımağa’nın istediğini yapmakta serbest olduğunu bildirdi. Bunu Mehdi’ye de söyleyecekti.
Şirin adındaki bir adam söz aldı ve Hanımağa’ya doğrudan kadın çalıştırmaya başlamasının devletle arasını bozacağını söyledi. Bu zamana kadar pezevenkler vasıtasıyla elini yakmadan parasını kazanmıştı, maşa kullanmaya devam etmesini istedi. Ancak Hanımağa son olayın ardından başka bir karar almasının zor olduğunu söyledi. “Seher’in bana bağlı olduğunu bildiği halde bu it bunları yapıyor. Eğer önlemimi almazsam daha ileri gidecektir!” dedi.
Halil Ağa Hanımağa’ya hak verdi, doğrusunu yaptığını, bundan sonra Mestan ya da Mehdi’nin karşısında Seher’i değil doğrudan Hanımağa’yı göreceklerini o yüzden adımlarını buna göre atacaklarını söyledi. Diğerleri de Halil Ağa’ya hak verdi. Konuşulanlara bakılırsa Mehdi’nin silahlı gücü Hanımağa ile başa çıkacak büyüklükte değildi. Kendini olduğundan büyük göstermeye çalışıyordu. Hanımağa’nın silahlı gücünün ise benim gördüklerimden daha büyük olduğunu burada kavradım.
Toplantıdakilerden biri, ki adı mı soyadı mı anlamadım, Dede isimliydi. Mestan’ın oynattığı yasadışı bahisten büyük paralar kazandığını, kahvecileri kendine bağlayıp onlar vasıtasıyla millete oyun oynattığını anlattı. Kendisine gelen iş tekliflerinden birinin de Kıbrıs’ta sanal bahis ve kumar sitesi kurup internetten oynatmak olduğunu, bu işin gelecekte kumar salonlarının yerini alacağını, çok temiz ve karlı bir iş olduğunu söyledi.
“Artık her şey internetten yapılıyor!” dedi Lütfü adındaki bir diğeri. Bu adam da fuhuşla ilgiliydi ama daha çok Mersin ve Tarsus tarafındaydı. Oralarda birkaç gece kulübü işletiyordu Hanımağa’nın anlattığına göre. “Esk**en kadını doğrudan pezevenkler satardı sokakta, kadını görürdün ona göre anlaşırdın. Şimdi her şey internetten. Kadın kendini internetten pazarlıyor, adamla anlaşıyor. Şimdi bu apart evler filan da çıktı, işler iyice tuhaflaştı. Yok makarnacılar, yok sıvingır mıvingır ne zıkkımsa… Millet para ödememek için birbirinin karısını siker oldu… İşlerin eski tadı kalmadı… Eskortluk çıktı mertlik bozuldu!” dedi kahkaha atarak.
Hanımağa ise eskortlardan yana sıkıntı çekmediğini, arada onları ziyaret edip komisyonunu aldığını söyledi. “Benim bölgemde kimse komisyonunu vermeden iş yapamaz!” dedi sigarasını yakarken. Gerçi diğerleri de aynısını yapıyordu belli ki. Bütün konuşulanları sessizce dinlemiştim. Halil Ağa bunun farkındaydı. “Maşallah artık damadın da senin yanında!” dediğinde Hanımağa sırtıma vurup “Öyle çok şükür. Artık gözüm arkada değil!” dedi. Toplantı Hanımağa’nın onları kulüp açılışına tekrar davet edişiyle sona erdi. Halil Ağa yaşından dolayı katılamayacağını ama mutlaka bir temsilcisini göndereceğini söyledi.
Diğerleri çıkarken bizi bir köşeye çekti. “Abuzer köpeği haber göndermiş. Yarın ödemeyi yapacakmış. Kendi çiftliğine davet ediyor ama oraya kesinlikle gitmemek gerek. Bu işte bir çapanoğlu var. Abuzer kancıktır, ne edeceği belli olmaz. Ben yeni bir buluşma yeri ayarlayacağım. Benden haber bekle!” dedi fısıltılı bir şekilde.
Hanımağa “Emrin başım üstüne ağam!” diyerek elini öptü. Halil Ağa artık bir kabadayı veya mafya lideri değildi, ondan çok daha güçlüydü, bir iş adamıydı ve Hanımağa’nın velinimetiydi. Hanımağa’da bunu gayet iyi biliyordu. Ben de elini öptükten sonra ayrıldık evden.
Arabada “Bana bunları neden anlatmadın!” diye sordum. “Anlatsam ne yapacaktın ki!” diye çıkıştı. “Daha bir şey öğrenmiş değilsin, kim kimdir böyle böyle tanıyacaksın. Ben telefonla idare ettim işleri, şimdilik dert etmene gerek yok. Mehdi köpeği kendini öküze benzetmeye çalışan bir kurbağadır. Ama onun da arkasında başka bir köpek var. Benimle tek başına baş edemeyeceğini bildiği halde böyle kabarmasının başka sebebi yok!” dediğinde “Kimmiş o arkasındaki köpek!” diye sordum. “Zamanı gelince öğrenirsin. Şu iki gün geçsin hele, ondan sonra her şey daha net anlaşılacak!” diye yanıt verdi. Ön koltukta şoförün yanında oturan Güven’e bundan sonra etrafa daha çok dikkat etmelerini, yabancılara karşı her zaman tetikte kalmalarını söyledi. Adam “Emredersin Hanımağam!” diyerek yanıtladı.
Daha sonra Seher’i arayıp konuşulanları anlattı üstün körü. “Seni aldıracağım, korkma, bundan sonra kimse bir şey yapamaz!” dedi. Bu arada Seher’in vurulan adamının da öldüğünü öğrendik. Hanımağa “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir, sen merak etme, bundan sonra her şey benim kontrolümde!” dedi telefonu kapatırken ama çok sinirlenmişti.
Bankaya uğramadan önce avukatın gittiği kuyumcuya uğradık. Burası küçücük iki katlı bir dükkândı. Ufak tefek esmer kuyumcu bizi büyük bir hürmetle karşıladı. Daracık dönen merdivenden yukarı çıktık. Üst katta iki adam gözlerinde birer büyüteç önlerindeki masanın üstündeki altınları inceliyorlardı. Bir tepe gibi yığılmıştı altınlar ve aralarında pırlantalar, yakutlar, elmaslar, zümrütler göze çarpıyordu. Masanın bir köşesi ise deste deste TL, Euro ve Dolar tepeciği ile doluydu.
Hanımağa’nın külçe altınlarını büyük kasanın içine koymuştu kuyumcu. İranlı iş adamı yarın nakit parayla gelip alacaktı altınları. Piyasa fiyatının yüzde 60’ı Nedim’e gidecekti, kalan yüzde 40’ı Hanımağa’ya kalacaktı, ilk başta böyle anlaşılmıştı ama şimdi aslında Hanımağa’ya yüzde 35 kalacağı anlaşılıyordu. Aradaki yüzde 5’in yarısını kuyumcu alacaktı komisyon olarak. Kalan 2,5 ise iskonto olarak İranlının cebine girecekti. Ama Hanımağa bunu problem yapmadı.
“Benim sözüm senettir. Ben adama parasını göndereceğimi dedim mi, dedim, şimdi kalkıp göndermezsem sözümün bir değeri kalmaz. Beni güçlü yapan ne silahımdır ne de param. Verdiğim sözleri tutup tutmadığımdır!” dedi üstünlük taslayan bir tonla. Kuyumcu bu sözlere yaltaklanarak onay verdi. Ancak Hanımağa “Bu İranlı kesin gelecek mi yarın, bak gelmezse bu gönderdiğim parayı senden keserim ona göre!” demeyi de unutmadı. Kuyumcu “Kes Hanımağam, canın sağ olsun. Bu adam benim eski müşterim, merak etme, sorun olmaz!” diyerek yanıtladı.
Kuyumcudan benim için elinde bir şey olup olmadığını sordu. “Senin düğünde taktığım altınları, saati buradan almıştım. Selman eski dostumuzdur!” dedi. Kuyumcu Selman “Sağ olasın Hanımağam!” dedi ve ardından sol bileğimi tuttu. Saatim kolumdaydı ama “Abime saat vereyim, çok güzel saatlerim var!” dedi. “Ver bakalım!” dedi Hanımağa.
Selman koca kasayı şifre ve anahtarla açtı. İçinden bir karton koli alıp önümüze koydu. Kolinin içi birbirinden şık ve pahalı saatlerle doluydu. Saatler gelişigüzel konmuştu içine. Hanımağa tek tek baktı her birine, ardından bileğimde denedi. Sonunda çelik ve altın karışımı bir Rolex saati beğenip koluma taktı. Bu saati yakın bir zamanda rüyamda bile göremezdim ama şimdi kolumdaydı. Hanımağa kendine de benzer bir saat aldı. Tabii bunlar için para ödemedik. Bunların hırsızlık malı olduğunu sonradan öğrendim…
Bankaya geçtik. Müdür koltuğunda uyukluyordu. Bizi görünce doğruldu, elimizi sıktı. Hanımağa ona konudan bahsetti. “Parayı sizin oradaki kadın vardı ya onun hesabına atalım, şimdi adamın hesabına atarsak problem olur!” dediğinde Hanımağa “Tamam!” dedi. Para Yasemin’in hesabına atılacaktı. Hanımağa Yasemin’i arayıp durumu anlattı. O da “Tamam!” deyince talimat hazırlandı ve para gönderildi.
Müdür Hanımağa’ya isterse çok uyguna çiftçi kredisi kullandırabileceğini söyleyince “Şimdi başım kalabalık, sonra bakarım!” dedi. Türk kahvelerimizi içerken Hanımağa’nın çiftçilikle ne ilgisinin olduğunu anlayamadım.
Arkamızda iki minibüs dolusu silahlı adamla Karataş yolundaki benzinliğe giderken “Şu çiftçi kredisi ne iş!” diye sordum. Gülerek, “Ben çiftçiyim, devletten kredi alıyorum!” dedi. “Sen mi çiftçisin!” dedim kahkahayla.
Meğer Hanımağa’nın tefecilik ve para kaynağının bu olduğunu o zaman anladım. Yüzlerce, binlerce dönüm arazisi, bağları, bahçeleri, hayvanları vardı. Bankadan çiftçi kredisi kullanıyordu çok uyguna ama bunun büyük çoğunluğunu yüksek faizle borç olarak veriyordu…
Benzinlikte Habip bizi hürmetle karşıladı. Hanımağa ona Seher’in başına gelenleri söyledi. “Bu aralar dikkatli olun, adamlar da devamlı yüklü olsun, gelene geçene dikkat edin!” dedi. Benzinliğin arka tarafına yanaşan minibüslerden birinden silah dolu bir çantayı Habib’e verdi. Benim evde bir süre sakladığım çantalardan biriydi bu. Habip çantayı alıp içine baktı, kendine has şivesiyle “Merak etme Hanımağam, kim bize yamuk yapmaya kalkarsa onların familyasını sikerim!” dedi gür sesiyle.
Bizim silah dolu çantamıza karşılık o da bize içi para dolu bir çanta verdi. Yanımıza birkaç tır şoförü geldi daha sonra, Hanımağa’nın elini öpüp başlarına koydular hemen. Onun tırlarını kullanan adamlardı. Hanımağa onlara da dikkatli olmalarını, birkaç gün tetikte kalmalarını tembihledi. Adamlar yola zaten iki üç kişi çıktıklarını, yanlarında devamlı silah bulundurduklarını söyleyince “Neyse işte, söylüyorum size. Siz de diğerlerine söyleyin. Şarjörleriniz her zaman dolu olsun, tanımadığınız, bilmediğiniz yerlerde durmayın sakın. Dikkat edin!” dedi sert bir sesle.
Hanımağa yine tuvalet kontrolü yaparken ben Habip’le konuştum. Arada sırada Hanımağa’dan bu tip uyarılar geldiğini, geçmişte birkaç kez benzinliğin kurşunlandığını ama kendilerinin de karşılık verdiğini, korkacak bir şeylerinin olmadığını söyledi…
Yeniden Adana’ya doğru yola çıkmıştık ki Hanımağa’nın telefonu çaldı. Arayan eski bir dostuydu. Adana’ya geldiğini akşam kumarhaneye gitmek istediğini söyledi. “Başım üstüne bacım, nasıl istersen. Seni aldırırım akşam dokuzda!” dedi Hanımağa keyifle. Arayan kadının Diyarbakırlı eski bir arkadaşı olduğunu söyledi.
Yeni kulübün inşaatını ziyaret ettik. Melis işin başındaydı, ustaların ensesinde boza pişiriyordu. Adamlar zaten gergindi, bir de Hanımağa’yı görünce daha da gerildiler. Hafta sonu Alanya’dayken epey ilerleme kaydedilmişti. Artık geceleri de çalışılıyordu. Büyük projektörler konmuştu bunun için dört bir yana. Kameraların kurulumu yapılmış, güvenlik odası hazır edilmiş, ekran takılmıştı. Hanımağa her bir kameranın ayarına dikkatle baktı. “Açılacağı vakit gene gelsin adamlar, ayarlarını kontrol etsinler!” dedi.
Melis telefondan kameraları 7/24 izleyebileceğimizi söyledi. Ardından ikimizin telefonuna gerekli yazılımı yükleyip tanımladı. Bu sayede işin ne durumda olduğunu da görebilecektik. Hanımağa memnun ayrıldı kulüpten. Yemeğimizi bir kebapçıda yedik. Kolumdaki yeni saate alışmaya çalışıyordum. Her baktığımda heyecanlanıyordum ama Hanımağa hiç oralı değildi…
Akşamüstü kulübe uğradık. Kulüp henüz açılmamıştı ama tüm çalışanlar Hanımağa’nın emri üzerine gelmişti. Hanımağa önce kulüp müdürünü bir güzel payladı, hafta sonu hasılatını düşük bulmuştu. Müdürden sonra sıra tek tek kadınlara geldi. Hanımağa’nın toplantıda bahsettiği kulübe uyuşturucu sokan çalışanı Sevda idi ve özellikle onu hedef aldı. “Senin eski dostun Mestan piçinin yaptıklarını duydun mu!” diye bağırdı.
Sevda cevap vermedi. “Eğer o piçle görüştüğünü, konuştuğunu duyarsam, öğrenirsem anam avradım olsun senin derini yüzerim, anladın mı!” diye yeniden bağırdı. Sevda bu kez korka korka “Ben onu kaç zamandır görmedim Hanımağam, aha, telefonum burada, numarası bile kayıtlı değil!” diyerek telefonunu uzattı. Hanımağa ayağını kaldırıp “Siktirtme lan telefonunu bana!” diyerek Sevda’nın elindeki telefona sertçe tekme attı, telefon havaya fırlarken Sevda korkudan diğer yana sıçradı. Kadının telefonu parçalandı önce duvara sonra yere vurunca. Neyse ki müdüre “Şuna yeni bir telefon alın!” demeyi unutmadı.
Hanımağa diğer kadınlara da ağzına geleni saydı. İşini düzgün yapmayanı delik deşik edeceğini üstüne basa basa söyledi. Garsonlardan birinin iki günlük sakalı gözünden kaçmadı aynı zamanda saçı da biraz uzamıştı. Genç adamın kulağının yanından inen favorisini tutup çekti, delikanlı canının acısıyla neye uğradığını şaşırırken onu gerisin geri itti. “Bunların saçı sakalı düzgün olacak diye demiyor muyum ben sana!” diyerek yeniden müdürü payladı.
Kapıda bekleyen yarmaları da paylamadan bırakmadı. Biri koluna yılan dövmesi yaptırmıştı, “O yılanı alır senin götüne sokarım, sildir onu!” dedi öfkeyle adama. Adam kapı gibiydi ama Hanımağa’nın sözünden sonra “Emredersin Hanımağam!” dedi kedi gibi. Kulüpteki odasında bir süre vakit geçirip birer duble viski içtik. Viski Hanımağa’nın üstündeki gerginliği biraz olsun aldı. Ardından kumarhaneye geçtik…
İçerisi henüz dolmamıştı. Hanımağa “Oo, bacım hoş geldin nerelerdeydin bunca zamandır!” diyerek kollu makinelerden birinin başındaki bir kadına doğru ilerledi kollarını açarak. Kapalı, türbanlı bir kadındı. Böyle bir kadının kumarhanede ne işi vardı hiç anlayamadım. Kadın ve Hanımağa sarmaş dolaş olup birbirlerini öptüler. Kadın da Hanımağa gibi erkeksi tavırlar gösteriyordu. Arkasında iki tane takım elbiseli adam, adamın birinin elinde de siyah bir bond çanta vardı.
Hanımağa beni yanına çağırdı. “Dilan bacım sana damadımı tanıştırayım!” deyince kadın doğulu bir şiveyle “Kız senin ne zaman kızın oldu da evlendirdin!” dedi gülerek. Kadın başını leopar desenli bir türbanla bağlamıştı. 50-55 yaşlarında orta boylu hafif kiloluydu. Yüzünde az olmayan bir makyaj vardı. Siyah uzun bir elbisenin üstüne kırmızı bir hırka giymişti. Parmakları ve kolları altın yüzüklerle bileziklerle doluydu.
Dilan adlı kadın Diyarbakırlıydı. Esk**en beri birbirlerini kocaları vasıtasıyla tanıyorlardı. Kocalarının zamanında birlikte kaçakçılık yaptığını söyledi Hanımağa. Dilan Hanım şimdi kocasından kalan işleri devralmış, iş kadını olmuştu. Adana’ya geldiği zamanlarda Hanımağa’nın misafiri oluyordu. Kumar oynamayı sevdiğinden de her gelişinde uğruyordu kumarhaneye.
Dilan Hanımağa’ya “Bacım bi barbut atalım senle!” deyince Hanımağa “Atalım bacım, gel içeri geçelim, bura bizi bozar!” diyerek onu arka tarafa davet etti. Kumarhane müdürünün odasında büyük bir ceviz dolap vardı. Dolabın altı gizli tekerlekliydi ve çekilince arkasında çelik bir kapı belirdi. Kapıyı müdür Cavit elindeki anahtarla açtı. İçeri geçtik, ışıklar otomatik yandı. 40-45 m2’lik bir odaydı burası, içerde birkaç çuha kaplı masa ile bir rulet masası vardı. Krupiye gençlerden biri de bizimleydi. Cavit ve Dilan’ın adamları dışarda kalırken içerde dördümüz kaldık.
Krupiye çocuk cebinden zarları çıkardı. Dilan zarlara ışığın altında dikkate baktı ardından “Tamam ama fincan isterim. Sen fena zar tutarsın, bilirim!” deyince Hanımağa kahkaha attı. Krupiye hemen odanın bir köşesinden beyaz bir fincan getirdi. Oyunun kurallarını anlattı ama ikisi de zaten biliyordu. Dilan adamının kendisine verdiği bond çantayı açtı, çanta ağzına kadar parayla doluydu. Hanımağa kumarhanenin sahibi olarak para koymadı, onun yerine krupiyenin verdiği fişleri gösterdi. Oyun Dilan’ın zar atmasıyla başladı…
Yaklaşık yarım saatlik oyunun sonunda Dilan 250 bin lira, 30 bin Dolar ve 45 bin Euro kaybetti. Hanımağa kendisini fena sikmişti. Dilan kaybettiği parayı hemen oracıkta çantanın içinden çıkarıp verdi. Hanımağa Dolar ve Euro’yu benim almamı istedi, Türk lirasını ise Cavit’i çağırıp kasaya koymasını emretti. Paraları ceketimin iç ceplerine tıkıştırdım zor bela.
“Geçen sefer sen beni didiklemiştin, şimdi ben seni!” dedi Hanımağa odadan çıkarken. Dilan çok büyük para kaybetmişti ama hiç oralı değildi. Oynamak için getirdiği parayı helal yoldan çalışarak kazanmadığı ortadaydı. O da birilerinden çalmıştı belli ki. Çantayı adamına verdi, Cavit bize birer kadeh viski doldurdu. Dilan viskisinden yudumlar alırken buraya aslında başka bir iş için geldiğini söyledi. Hanımağa ondan meseleyi anlatmasını istedi:
Diyarbakır’da biriyle ortaklaşa müteahhitlik yapıyordu Dilan. Büyük bir site inşa ediyorlardı. Ancak ortaklık yaptığı kişi daireler bitmediği halde nerdeyse yarısını kendisinden habersiz olarak birilerine satmıştı. Üstelik bazı daireleri birkaç kişiye birden satmıştı. Sattığı adamlardan daire paralarını peşin almış, aldığı paralarla tüymüş, kaçmıştı. Adamlara satışta uyduruk bir satış sözleşmesi imzalatmış, sözleşmede Dilan’ın sahte imzasını kullanmıştı. Şimdi para verenler Dilan’ı sıkıştırıp tehdit ediyordu. Kâğıt üzerinde satışı Dilan yapmış ve paraları almış görünüyor olsa da gerçekte onun olanlardan haberi yoktu. Ortağı 40-45 milyon lirayla ortadan kaybolmuştu tahminine göre. Polise ve savcılığa gitmiş ama bir sonuç alamamıştı. Hanımağa’dan bu kişiyi bulmasını ve paralarını kurtarmasını istiyordu.
Hanımağa’ya adamın kimlik fotokopisini, birkaç fotoğrafını, ev ve işyeri adreslerini, akrabalarının adreslerini içeren bir dosya verdi. “Peki adam Türkiye’de mi, yurtdışına filan kaçmadığına emin misin, kaçtıysa bir şey yapamayız!” dedi Hanımağa. “Yok, kaçmadı, eminim. Bir yerlerde saklanıyor. Daha Türkiye’de. Ailesi, karısı, çocukları hepsi buradalar. Kardeşleri filan hepsi burada…!” dedi Dilan.
Hanımağa “Bizim avukata verelim bu dosyayı, kolu uzundur, bir soruştursun bakalım, ne çıkacak. Ama o paraları yurtdışına transfer ettiyse bir bardak soğuk su içmen lazım!” dedi. “Ne kurtarsak kârdır bu saatten sonra, başım büyük belada. Ne edeceğimi bilmiyorum. Şimdi inşaata tedbir koydurdu adamlar, yarım kaldı, çivi bile çakamıyorum!” diyerek ağlayacak hale geldi Dilan. Hanımağa ona bir viski daha doldurdu. Dilan viskiyi iki yudumda bitirdikten sonra kalktı. Birlikte sarılıp kucaklaştılar…
Odada baş başa kalınca “Hikayesi bana pek inandırıcı gelmedi. Adam dairelerin yarısını satmış, bunun ruhu bile duymamış!” dediğimde Hanımağa da bana hak verdi. “Bu da sağlam ayakkabı değildir, bakma böyle hanım hanımcık göründüğüne. Muhtemelen göstermelik bir inşaata başladılar. Millete de proje aşamasında resim gösterip sattılar evleri, aldılar paraları. Ama herif bundan hızlı çıkıp paraları cukkaladı kaçtı. Bu da şimdi götü tutuşmuş halde dolanıyor. Aklı evvelin biridir, senin neyine milletle ortak olup inşaat işlerine girmek. Milleti dolandırmaya kalktı ama kendisi dolandırıldı…!” dedi.
Yeniden içeri geçtik. Kumarhane biraz daha kalabalıktı. Tamara siyah mini eteği ve dar beyaz gömleği ile ortalarda dolanıyordu. Beni yanımda Hanımağa ile görünce tepkisiz kaldı, daha doğrusu selam vermeye bile çekindi. Sarı saçlarını yine topuz yapmış, topuklu ayakkabılarının üstünde herkesten uzun boyuyla kolayca belli oluyordu. Hanımağa birkaç tanıdığına selam verdi, ardından kollu makinelerden birinin başına oturdu. Müdür Cavit yanıma yanaştı. İstediğim masada oynayabileceğimi söylese de istemedim.
Benzinlikten aldığımız para dolu çantayı Cavit’e verdik kasaya koyması için. Kumarhaneden ayrıldığımızda saat 01:00 olmak üzereydi. O saate kadar kumarhanede birer tost yemiştik. Ama şimdi acıkmıştık. Yolda açık bir şırdancıya uğradık. Yavaş yavaş Adana yemeklerine alışıyordum o yüzden sorun yapmadım. Birkaç tanesini mideye indirdim.
Eve geldiğimizde saat 02:00 olmuştu. Villanın etrafı Hanımağa’nın adamları ile doluydu. Asiye salondaki büyük ekranda televizyon izliyordu. Pembe mini bir şortla askılı bluz üzerindeydi. Başı açıktı, uzun sarı saçları sırtına dökülüyordu. Kızın bembeyaz kalçaları, bacakları, omuzları, koynu dikkatimi çekti hemen. Sutyensiz memeleri bluzun içinde belirmişti.
Hanımağa onu görünce “Bu ne hal kız, kalk şurdan!” diye tersledi. Asiye hemen arka tarafa kendi odasının olduğu yere gitti. “Ben evde olmayınca evi kendilerinin belliyorlar!” dedi Hanımağa koltuğa otururken. Ayağındaki topukluları çıkardı. “Ayaklarım sikildi!” dedi onları ovalarken. Ben de karşı koltuğa kendimi zor attım. Uzun ve yorucu bir gün olmuştu. Derken Asiye koşar adımlarla geldi. Gri bir eşofman takımı giymişti.
Hanımağa odasına çıkarken o da peşinden gitti. Bense bir üst kattaki odama çıktım. Üstümdekileri çıkardım. Hanımağa’nın Dilan’dan çarptığı Dolar ve Euroları komodinin üstüne koydum. Ardından yatağa girdim.
On dakika kadar sonra kapıma vuruldu, ardından açıldı kapı. Asiye elinde bir bardak süt ile kapıdan girdi. Işığı açıp “Hanımağam sıcak süt istedi, sana da göndermemi istedi abi!” dedi çekinerek. “Tamam, sağ ol, şuraya bırak!” dedim yatağın yanındaki komodini işaret ederek.
Asiye gözlerini kaçırarak sütü komodinin üstüne bırakırken ince narin bileğinden yakaladım…
Hanımağa katılacağımız toplantının çok önemli olduğunu söylediği için takım elbise giydim, ardından aşağı indim. Havuzun başında kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Hanımağa’nın gelmesini beklerken bir şeyler atıştırdım. Emine yanı başımda dikilmiş bana servis yapıyordu. Kadının fıldır fıldır dönen gözleri üzerimdeydi. Fısıltılı bir sesle “Biz burada yokken bir yaramazlık yapmadın değil mi!” diye sordum. “Yok ağam. Tövbe, vallaha tövbe!” dedi ve ardından koşar adımlarla içeri kaçtı.
Derken Hanımağa indi aşağı. Çok şık siyah bir pantolonla ceket giymişti. Kırmızı bir gömlek bunu tamamlıyordu. Yüzünde makyaj vardı, sarı saçlarını arkasından topuz yapmış, kulağına büyük inci küpeler takmıştı. Ayağında parlak siyah yüksek topuklu ayakkabılar vardı. “Çok güzel olmuşsun!” dediğimde “Höst, şimdi alırım ayağımın altına!” dedi dudaklarını büzerek ama bir yandan da gülüyordu. “Uluorta böyle şeyler söyleme!” diyerek uyarıda bulundu daha sonra.
Hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra Emine Türk kahvesi yaptı, kahvelerimizi içerken avukat aradı. Nedim’in verdiği 15 külçe altın için tanıdık kuyumculardan birine gittiğini, İranlı bir iş adamı ile görüşülüp anlaşma sağlandığını, adamın yarın nakit parayla gelip altınları alacağını söyledi. Hanımağa bunu duyunca sevindi. Altınları bu kadar kısa sürede elinden çıkarıp nakit para alacağı için mutluydu. Gün içinde bankaya uğrayıp Nedim’in parasının gönderilmesi için müdürle konuşacaktık.
Sonunda vakit geldi ve yola koyulduk. Ne var ki gideceğimiz yer Hanımağa’nın evine pek de uzak olmayan bir yerdeydi. Seyhan barajına karşı kocaman bir malikaneydi burası ve Abuzer’e karşı arabuluculuk yapan Halil Ağa’nın idi. Halil Ağa bugünkü toplantının ev sahipliğini yapıyordu. Kapıda birbirinden lüks arabalar ve VIP minibüsler vardı.
İçerde 5-6 adam vardı. Çoğu orta yaşın üzerinde, kelli felli, takım elbiseliydi. Bunların Adana’nın yeraltı dünyasının liderleri olduğuna inanmak güçtü. İçlerinde kadın olarak sadece Hanımağa vardı. Halil Ağa ortalarındaydı, bizi görünce “Ooo, benim güzel kızım gelmiş!” diyerek bize doğru yürüdü. Hanımağa elini öpüp başına koydu, o da onu yanaklarından öptü. Tabii ben de elini öptüm.
Adamların arasında Abuzer’i tehdit eden, kumarhanede gördüğüm iki kişiden büyük olanı da vardı, adı Mevlüt idi. Bizi görünce yanımıza gelip dostça elimizi sıktı, halimizi hatırımızı sordu. Diğerleriyle de tanıştım. Her biri Hanımağa’ya hürmet gösteriyordu. Çoğu ölen kocasının tanıdıklarıydı. Hanımağa beni damadı olarak tanıtınca meraklı gözlerle beni süzdüler.
Hanımağa her birinin ne iş yaptığını kulağıma fısıldıyordu. Kaçakçılık, fuhuş, yasadışı kumar ve i*****l oyunlar, gece kulübü ve gazino patronluğu, tefecilik, oto galericiliği, müteahhitlik, benzin istasyonu sahipliği gibi çok çeşitli işlerin sahibiydi her biri.
Bizden sonra iki kişi daha gelince Halil Ağa’nın başkanlığında toplantı başladı. Büyük bir masanın etrafında oturmuştuk. Toplantıyı Hanımağa istemişti o nedenle Halil Ağa lafı uzatmadan Hanımağa’ya verdi. Hanımağa her birine geldikleri için teşekkür etti. Yakında açılacak yeni kulübü anlattı ve açılışa her birini davet etti. Ardından konuyu dün gece bana açtığı kadın ticareti işine getirdi. Bu zamana kadar koruma verdiği kadınları artık kendisinin çalıştıracağını söyleyince ortamda biraz hava soğudu.
Katılımcılardan biri Hanımağa’ya neden bu kararı aldığını sordu. Adamın bu karardan memnun olmadığı sesinin tonundan anlaşılıyordu. Adı Mehdi idi ve Hanımağa onun da fuhuş yaptırdığını anlatmıştı. Bizden sonra gelmiş ve hiç selam vermemiş, Hanımağa’ya ve bana dik dik bakmıştı.
Hanımağa sesini biraz daha kalınlaştırıp “Korumam altındaki Seher’e senin Mestan çökmeye kalkmış, haberin yok mu!” diye sordu. Adam sağına soluna bakınıp “Senin Seher’de onun kızlarını almış elinden!” diye karşılık verdi.
Mestan Mehdi’nin altında çalışan pezevenklerden biriydi ve Seher’le aralarında eskiye dayanan bir sürtüşme vardı. Bu sürtüşme son zamanlarda çatışmaya kadar varmış, nihayet Seher’in adamlarından biri Mestan’ın bir adamını gece kulüp çıkışı vurup öldürmüştü, kendisi de yaralanmıştı. Bu olay biz Alanya’dayken olmuştu ve Hanımağa bundan hiç söz etmemişti bana. Ben de şimdi toplantı sırasında duyup öğreniyordum tüm bunları. Duydukça da heyecan ve korkuya kapılıyordum oysa Hanımağa kendinden emin ve rahattı.
Seher bir kadın satıcısıydı ama kendi çapında o da bir mafya lideri sayılırdı, kendi adamları vardı. Ama en tepede Hanımağa’ya bağlıydı. Hanımağa Mestan’ın kulüplere uyuşturucu soktuğunu, reşit olmayan kızlar çalıştırdığını, çalıştırdığı kızları uyuşturucuya alıştırdığını ve bu sayede kendine bağlı hale getirdiğini ekledi.
Bunun üzerine Halil Ağa söze girdi. “Uyuşturucu en illet olduğumuz konudur arkadaşlar. Gençliğimizi yiyip bitiren bir pisliktir. Bizler bu zamana kadar bu pisliğe karşı olduk, gene karşı olacağaz… Senin Mestan bu işlere girdiyse bıraksın, bu işten kimseye hayır gelmez, kazanacağı paradan da hayır gelmez…!”
Halil Ağa’nın sözleri uyarı mahiyetindeydi, adamların her biri “Doğru, haklısın!” diyerek katıldı buna. Hanımağa yeniden söz alıp “Benim de kulübe uyuşturucuyu senin Mestan soktu zamanında. Benim kızlardan birini ayarttı bunun için. Hukukumuz eskiye dayandığından affettim onu, elimizde büyüdü sayılır ama bu son davranışının kabul edilecek tarafı yok!” dedi gür sesiyle.
Bunun üzerine Mehdi söz aldı ve Seher’e verdi veriştirdi. Seher’in daha önce de Mestan’ın elinden kız aldığını anlattı. Ancak Hanımağa bunun doğru olmadığını araya girip kızların Seher’e kendisinin gittiğini söyledi. Son olayda da iki kız Mestan’ın elinden kaçmış ve Seher’e sığınmıştı. Bunun üzerine Mestan 300 bin lira para istemiş, Seher’de vermeyeceğini söyleyince ortalık karışmış, kan dökülmüştü. Seher şimdi canının korkusundan koruyucusu Hanımağa’ya sığınmıştı, gizli bir yerde saklanıyordu. Bu olayın neticesinde Hanımağa kadın ticareti işine bizzat girmeye karar vermişti. Şartlar bunu gerektiriyordu.
Hanımağa Mehdi’nin sözleri bittiğinde çok net konuştu: “Ya Mestan’a dersini verirsin ya da ben veririm. Benim korumam altındaki adama silah çekenin ciğerini deşer çiğ çiğ yerim!” dediğinde adam sinirle ayağa kalkacak gibi oldu. Ama yanında oturan Mevlüt kolundan tutup geri oturttu onu. Hanımağa’nın tehdidi karşısında Halil Ağa ortamı sakinleştirmeye çalışıp suya sabuna dokunmayan birkaç söz söyledi.
Mehdi birkaç anlamsız söz etti, ardından Mestan’la konuşacağını söyledi. Halil Ağa bu işin çözülmesi için 2 gün süre verdi Mehdi’ye. Ardından Hanımağa’ya “Nurcan kızım, Mehdi’yi duydun. Mestan itiyle konuşsun hele bir, bu işi büyümeden bitirsin. Sen olay sonuçlanmadan bir şey yapma!” dedi. Hanımağa “Mestan Seher’in üzerine gelmeyi bırakacak. Ben de karşılığında onun canını bağışlayacağım. Aksi halde bundan sonra adamlarımdan birinin ayağına taş değsin bunu Mestan’dan bilirim, o zaman onu diri diri mezara gömerim!” dedi erkeksi bir tavırla.
Halil Ağa “Nurcan kızım, şimdi savaş başlatma zamanı değildir. Bu işten zamanında her birimiz çok çektik, Adana çok çekti, gençlerimiz, yiğitlerimiz çok çekti. Kimi toprağa girdi genç yaşında kimi hapse. Bu işi artık sulh yoluyla çözmek gerek. Sen aklı başında birisin, bu işlerin kanla silahla çözülmeyeceğini bilmen gerek!” dediğinde Hanımağa “Elbet bilirim bunları ama karşımdaki neyden anlıyorsa ona göre davranmasını da bilirim. Mestan iti artık çok oldu. Bu işin sulhla çözülmeyeceği anlaşıldı!” diyerek yanıt verdi.
Mehdi bunun üzerine epey sinirlendi ve “Savaşsa savaş, kansa kan!” dedi dişlerini sıkarak. Hanımağa o an kendini kaybetti ve iki yumruğunu masaya vurup “Sen neyine güveniyon lannnn!” diye kükredi. O an ben bile yerimde korkudan titredim. Mehdi’nin başka bir söz söylemesine Halil Ağa müsaade etmedi. Ortamı yumuşatmak için bir şeyler geveledi. Mehdi kalktı ve izin isteyip ayrıldı toplantıdan.
O gidince Mehdi hakkında konuşulmaya başlandı. Mestan’ın patronuydu, onun yaptığı her şeyden haberi vardı. Tüm itirazlara karşın Mestan’ın uyuşturucu satmasına, kızlara içirmesine izin veriyordu. İkisi birlikte Kilis ve Urfa’daki mülteci kamplarından küçük yaştaki Suriyeli kızları çok ufak paralara alıp pazarlıyordu. Bunun dışında yasadışı bahis de oynatıyordu. Toplantıdakiler hatta Hanımağa bile küçük kızları çalıştırmasına pek ses etmiyor ama uyuşturucu satmasına ateş püskürüyordu. Halil Ağa 2 gün içinde bu olay çözülmezse Hanımağa’nın istediğini yapmakta serbest olduğunu bildirdi. Bunu Mehdi’ye de söyleyecekti.
Şirin adındaki bir adam söz aldı ve Hanımağa’ya doğrudan kadın çalıştırmaya başlamasının devletle arasını bozacağını söyledi. Bu zamana kadar pezevenkler vasıtasıyla elini yakmadan parasını kazanmıştı, maşa kullanmaya devam etmesini istedi. Ancak Hanımağa son olayın ardından başka bir karar almasının zor olduğunu söyledi. “Seher’in bana bağlı olduğunu bildiği halde bu it bunları yapıyor. Eğer önlemimi almazsam daha ileri gidecektir!” dedi.
Halil Ağa Hanımağa’ya hak verdi, doğrusunu yaptığını, bundan sonra Mestan ya da Mehdi’nin karşısında Seher’i değil doğrudan Hanımağa’yı göreceklerini o yüzden adımlarını buna göre atacaklarını söyledi. Diğerleri de Halil Ağa’ya hak verdi. Konuşulanlara bakılırsa Mehdi’nin silahlı gücü Hanımağa ile başa çıkacak büyüklükte değildi. Kendini olduğundan büyük göstermeye çalışıyordu. Hanımağa’nın silahlı gücünün ise benim gördüklerimden daha büyük olduğunu burada kavradım.
Toplantıdakilerden biri, ki adı mı soyadı mı anlamadım, Dede isimliydi. Mestan’ın oynattığı yasadışı bahisten büyük paralar kazandığını, kahvecileri kendine bağlayıp onlar vasıtasıyla millete oyun oynattığını anlattı. Kendisine gelen iş tekliflerinden birinin de Kıbrıs’ta sanal bahis ve kumar sitesi kurup internetten oynatmak olduğunu, bu işin gelecekte kumar salonlarının yerini alacağını, çok temiz ve karlı bir iş olduğunu söyledi.
“Artık her şey internetten yapılıyor!” dedi Lütfü adındaki bir diğeri. Bu adam da fuhuşla ilgiliydi ama daha çok Mersin ve Tarsus tarafındaydı. Oralarda birkaç gece kulübü işletiyordu Hanımağa’nın anlattığına göre. “Esk**en kadını doğrudan pezevenkler satardı sokakta, kadını görürdün ona göre anlaşırdın. Şimdi her şey internetten. Kadın kendini internetten pazarlıyor, adamla anlaşıyor. Şimdi bu apart evler filan da çıktı, işler iyice tuhaflaştı. Yok makarnacılar, yok sıvingır mıvingır ne zıkkımsa… Millet para ödememek için birbirinin karısını siker oldu… İşlerin eski tadı kalmadı… Eskortluk çıktı mertlik bozuldu!” dedi kahkaha atarak.
Hanımağa ise eskortlardan yana sıkıntı çekmediğini, arada onları ziyaret edip komisyonunu aldığını söyledi. “Benim bölgemde kimse komisyonunu vermeden iş yapamaz!” dedi sigarasını yakarken. Gerçi diğerleri de aynısını yapıyordu belli ki. Bütün konuşulanları sessizce dinlemiştim. Halil Ağa bunun farkındaydı. “Maşallah artık damadın da senin yanında!” dediğinde Hanımağa sırtıma vurup “Öyle çok şükür. Artık gözüm arkada değil!” dedi. Toplantı Hanımağa’nın onları kulüp açılışına tekrar davet edişiyle sona erdi. Halil Ağa yaşından dolayı katılamayacağını ama mutlaka bir temsilcisini göndereceğini söyledi.
Diğerleri çıkarken bizi bir köşeye çekti. “Abuzer köpeği haber göndermiş. Yarın ödemeyi yapacakmış. Kendi çiftliğine davet ediyor ama oraya kesinlikle gitmemek gerek. Bu işte bir çapanoğlu var. Abuzer kancıktır, ne edeceği belli olmaz. Ben yeni bir buluşma yeri ayarlayacağım. Benden haber bekle!” dedi fısıltılı bir şekilde.
Hanımağa “Emrin başım üstüne ağam!” diyerek elini öptü. Halil Ağa artık bir kabadayı veya mafya lideri değildi, ondan çok daha güçlüydü, bir iş adamıydı ve Hanımağa’nın velinimetiydi. Hanımağa’da bunu gayet iyi biliyordu. Ben de elini öptükten sonra ayrıldık evden.
Arabada “Bana bunları neden anlatmadın!” diye sordum. “Anlatsam ne yapacaktın ki!” diye çıkıştı. “Daha bir şey öğrenmiş değilsin, kim kimdir böyle böyle tanıyacaksın. Ben telefonla idare ettim işleri, şimdilik dert etmene gerek yok. Mehdi köpeği kendini öküze benzetmeye çalışan bir kurbağadır. Ama onun da arkasında başka bir köpek var. Benimle tek başına baş edemeyeceğini bildiği halde böyle kabarmasının başka sebebi yok!” dediğinde “Kimmiş o arkasındaki köpek!” diye sordum. “Zamanı gelince öğrenirsin. Şu iki gün geçsin hele, ondan sonra her şey daha net anlaşılacak!” diye yanıt verdi. Ön koltukta şoförün yanında oturan Güven’e bundan sonra etrafa daha çok dikkat etmelerini, yabancılara karşı her zaman tetikte kalmalarını söyledi. Adam “Emredersin Hanımağam!” diyerek yanıtladı.
Daha sonra Seher’i arayıp konuşulanları anlattı üstün körü. “Seni aldıracağım, korkma, bundan sonra kimse bir şey yapamaz!” dedi. Bu arada Seher’in vurulan adamının da öldüğünü öğrendik. Hanımağa “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir, sen merak etme, bundan sonra her şey benim kontrolümde!” dedi telefonu kapatırken ama çok sinirlenmişti.
Bankaya uğramadan önce avukatın gittiği kuyumcuya uğradık. Burası küçücük iki katlı bir dükkândı. Ufak tefek esmer kuyumcu bizi büyük bir hürmetle karşıladı. Daracık dönen merdivenden yukarı çıktık. Üst katta iki adam gözlerinde birer büyüteç önlerindeki masanın üstündeki altınları inceliyorlardı. Bir tepe gibi yığılmıştı altınlar ve aralarında pırlantalar, yakutlar, elmaslar, zümrütler göze çarpıyordu. Masanın bir köşesi ise deste deste TL, Euro ve Dolar tepeciği ile doluydu.
Hanımağa’nın külçe altınlarını büyük kasanın içine koymuştu kuyumcu. İranlı iş adamı yarın nakit parayla gelip alacaktı altınları. Piyasa fiyatının yüzde 60’ı Nedim’e gidecekti, kalan yüzde 40’ı Hanımağa’ya kalacaktı, ilk başta böyle anlaşılmıştı ama şimdi aslında Hanımağa’ya yüzde 35 kalacağı anlaşılıyordu. Aradaki yüzde 5’in yarısını kuyumcu alacaktı komisyon olarak. Kalan 2,5 ise iskonto olarak İranlının cebine girecekti. Ama Hanımağa bunu problem yapmadı.
“Benim sözüm senettir. Ben adama parasını göndereceğimi dedim mi, dedim, şimdi kalkıp göndermezsem sözümün bir değeri kalmaz. Beni güçlü yapan ne silahımdır ne de param. Verdiğim sözleri tutup tutmadığımdır!” dedi üstünlük taslayan bir tonla. Kuyumcu bu sözlere yaltaklanarak onay verdi. Ancak Hanımağa “Bu İranlı kesin gelecek mi yarın, bak gelmezse bu gönderdiğim parayı senden keserim ona göre!” demeyi de unutmadı. Kuyumcu “Kes Hanımağam, canın sağ olsun. Bu adam benim eski müşterim, merak etme, sorun olmaz!” diyerek yanıtladı.
Kuyumcudan benim için elinde bir şey olup olmadığını sordu. “Senin düğünde taktığım altınları, saati buradan almıştım. Selman eski dostumuzdur!” dedi. Kuyumcu Selman “Sağ olasın Hanımağam!” dedi ve ardından sol bileğimi tuttu. Saatim kolumdaydı ama “Abime saat vereyim, çok güzel saatlerim var!” dedi. “Ver bakalım!” dedi Hanımağa.
Selman koca kasayı şifre ve anahtarla açtı. İçinden bir karton koli alıp önümüze koydu. Kolinin içi birbirinden şık ve pahalı saatlerle doluydu. Saatler gelişigüzel konmuştu içine. Hanımağa tek tek baktı her birine, ardından bileğimde denedi. Sonunda çelik ve altın karışımı bir Rolex saati beğenip koluma taktı. Bu saati yakın bir zamanda rüyamda bile göremezdim ama şimdi kolumdaydı. Hanımağa kendine de benzer bir saat aldı. Tabii bunlar için para ödemedik. Bunların hırsızlık malı olduğunu sonradan öğrendim…
Bankaya geçtik. Müdür koltuğunda uyukluyordu. Bizi görünce doğruldu, elimizi sıktı. Hanımağa ona konudan bahsetti. “Parayı sizin oradaki kadın vardı ya onun hesabına atalım, şimdi adamın hesabına atarsak problem olur!” dediğinde Hanımağa “Tamam!” dedi. Para Yasemin’in hesabına atılacaktı. Hanımağa Yasemin’i arayıp durumu anlattı. O da “Tamam!” deyince talimat hazırlandı ve para gönderildi.
Müdür Hanımağa’ya isterse çok uyguna çiftçi kredisi kullandırabileceğini söyleyince “Şimdi başım kalabalık, sonra bakarım!” dedi. Türk kahvelerimizi içerken Hanımağa’nın çiftçilikle ne ilgisinin olduğunu anlayamadım.
Arkamızda iki minibüs dolusu silahlı adamla Karataş yolundaki benzinliğe giderken “Şu çiftçi kredisi ne iş!” diye sordum. Gülerek, “Ben çiftçiyim, devletten kredi alıyorum!” dedi. “Sen mi çiftçisin!” dedim kahkahayla.
Meğer Hanımağa’nın tefecilik ve para kaynağının bu olduğunu o zaman anladım. Yüzlerce, binlerce dönüm arazisi, bağları, bahçeleri, hayvanları vardı. Bankadan çiftçi kredisi kullanıyordu çok uyguna ama bunun büyük çoğunluğunu yüksek faizle borç olarak veriyordu…
Benzinlikte Habip bizi hürmetle karşıladı. Hanımağa ona Seher’in başına gelenleri söyledi. “Bu aralar dikkatli olun, adamlar da devamlı yüklü olsun, gelene geçene dikkat edin!” dedi. Benzinliğin arka tarafına yanaşan minibüslerden birinden silah dolu bir çantayı Habib’e verdi. Benim evde bir süre sakladığım çantalardan biriydi bu. Habip çantayı alıp içine baktı, kendine has şivesiyle “Merak etme Hanımağam, kim bize yamuk yapmaya kalkarsa onların familyasını sikerim!” dedi gür sesiyle.
Bizim silah dolu çantamıza karşılık o da bize içi para dolu bir çanta verdi. Yanımıza birkaç tır şoförü geldi daha sonra, Hanımağa’nın elini öpüp başlarına koydular hemen. Onun tırlarını kullanan adamlardı. Hanımağa onlara da dikkatli olmalarını, birkaç gün tetikte kalmalarını tembihledi. Adamlar yola zaten iki üç kişi çıktıklarını, yanlarında devamlı silah bulundurduklarını söyleyince “Neyse işte, söylüyorum size. Siz de diğerlerine söyleyin. Şarjörleriniz her zaman dolu olsun, tanımadığınız, bilmediğiniz yerlerde durmayın sakın. Dikkat edin!” dedi sert bir sesle.
Hanımağa yine tuvalet kontrolü yaparken ben Habip’le konuştum. Arada sırada Hanımağa’dan bu tip uyarılar geldiğini, geçmişte birkaç kez benzinliğin kurşunlandığını ama kendilerinin de karşılık verdiğini, korkacak bir şeylerinin olmadığını söyledi…
Yeniden Adana’ya doğru yola çıkmıştık ki Hanımağa’nın telefonu çaldı. Arayan eski bir dostuydu. Adana’ya geldiğini akşam kumarhaneye gitmek istediğini söyledi. “Başım üstüne bacım, nasıl istersen. Seni aldırırım akşam dokuzda!” dedi Hanımağa keyifle. Arayan kadının Diyarbakırlı eski bir arkadaşı olduğunu söyledi.
Yeni kulübün inşaatını ziyaret ettik. Melis işin başındaydı, ustaların ensesinde boza pişiriyordu. Adamlar zaten gergindi, bir de Hanımağa’yı görünce daha da gerildiler. Hafta sonu Alanya’dayken epey ilerleme kaydedilmişti. Artık geceleri de çalışılıyordu. Büyük projektörler konmuştu bunun için dört bir yana. Kameraların kurulumu yapılmış, güvenlik odası hazır edilmiş, ekran takılmıştı. Hanımağa her bir kameranın ayarına dikkatle baktı. “Açılacağı vakit gene gelsin adamlar, ayarlarını kontrol etsinler!” dedi.
Melis telefondan kameraları 7/24 izleyebileceğimizi söyledi. Ardından ikimizin telefonuna gerekli yazılımı yükleyip tanımladı. Bu sayede işin ne durumda olduğunu da görebilecektik. Hanımağa memnun ayrıldı kulüpten. Yemeğimizi bir kebapçıda yedik. Kolumdaki yeni saate alışmaya çalışıyordum. Her baktığımda heyecanlanıyordum ama Hanımağa hiç oralı değildi…
Akşamüstü kulübe uğradık. Kulüp henüz açılmamıştı ama tüm çalışanlar Hanımağa’nın emri üzerine gelmişti. Hanımağa önce kulüp müdürünü bir güzel payladı, hafta sonu hasılatını düşük bulmuştu. Müdürden sonra sıra tek tek kadınlara geldi. Hanımağa’nın toplantıda bahsettiği kulübe uyuşturucu sokan çalışanı Sevda idi ve özellikle onu hedef aldı. “Senin eski dostun Mestan piçinin yaptıklarını duydun mu!” diye bağırdı.
Sevda cevap vermedi. “Eğer o piçle görüştüğünü, konuştuğunu duyarsam, öğrenirsem anam avradım olsun senin derini yüzerim, anladın mı!” diye yeniden bağırdı. Sevda bu kez korka korka “Ben onu kaç zamandır görmedim Hanımağam, aha, telefonum burada, numarası bile kayıtlı değil!” diyerek telefonunu uzattı. Hanımağa ayağını kaldırıp “Siktirtme lan telefonunu bana!” diyerek Sevda’nın elindeki telefona sertçe tekme attı, telefon havaya fırlarken Sevda korkudan diğer yana sıçradı. Kadının telefonu parçalandı önce duvara sonra yere vurunca. Neyse ki müdüre “Şuna yeni bir telefon alın!” demeyi unutmadı.
Hanımağa diğer kadınlara da ağzına geleni saydı. İşini düzgün yapmayanı delik deşik edeceğini üstüne basa basa söyledi. Garsonlardan birinin iki günlük sakalı gözünden kaçmadı aynı zamanda saçı da biraz uzamıştı. Genç adamın kulağının yanından inen favorisini tutup çekti, delikanlı canının acısıyla neye uğradığını şaşırırken onu gerisin geri itti. “Bunların saçı sakalı düzgün olacak diye demiyor muyum ben sana!” diyerek yeniden müdürü payladı.
Kapıda bekleyen yarmaları da paylamadan bırakmadı. Biri koluna yılan dövmesi yaptırmıştı, “O yılanı alır senin götüne sokarım, sildir onu!” dedi öfkeyle adama. Adam kapı gibiydi ama Hanımağa’nın sözünden sonra “Emredersin Hanımağam!” dedi kedi gibi. Kulüpteki odasında bir süre vakit geçirip birer duble viski içtik. Viski Hanımağa’nın üstündeki gerginliği biraz olsun aldı. Ardından kumarhaneye geçtik…
İçerisi henüz dolmamıştı. Hanımağa “Oo, bacım hoş geldin nerelerdeydin bunca zamandır!” diyerek kollu makinelerden birinin başındaki bir kadına doğru ilerledi kollarını açarak. Kapalı, türbanlı bir kadındı. Böyle bir kadının kumarhanede ne işi vardı hiç anlayamadım. Kadın ve Hanımağa sarmaş dolaş olup birbirlerini öptüler. Kadın da Hanımağa gibi erkeksi tavırlar gösteriyordu. Arkasında iki tane takım elbiseli adam, adamın birinin elinde de siyah bir bond çanta vardı.
Hanımağa beni yanına çağırdı. “Dilan bacım sana damadımı tanıştırayım!” deyince kadın doğulu bir şiveyle “Kız senin ne zaman kızın oldu da evlendirdin!” dedi gülerek. Kadın başını leopar desenli bir türbanla bağlamıştı. 50-55 yaşlarında orta boylu hafif kiloluydu. Yüzünde az olmayan bir makyaj vardı. Siyah uzun bir elbisenin üstüne kırmızı bir hırka giymişti. Parmakları ve kolları altın yüzüklerle bileziklerle doluydu.
Dilan adlı kadın Diyarbakırlıydı. Esk**en beri birbirlerini kocaları vasıtasıyla tanıyorlardı. Kocalarının zamanında birlikte kaçakçılık yaptığını söyledi Hanımağa. Dilan Hanım şimdi kocasından kalan işleri devralmış, iş kadını olmuştu. Adana’ya geldiği zamanlarda Hanımağa’nın misafiri oluyordu. Kumar oynamayı sevdiğinden de her gelişinde uğruyordu kumarhaneye.
Dilan Hanımağa’ya “Bacım bi barbut atalım senle!” deyince Hanımağa “Atalım bacım, gel içeri geçelim, bura bizi bozar!” diyerek onu arka tarafa davet etti. Kumarhane müdürünün odasında büyük bir ceviz dolap vardı. Dolabın altı gizli tekerlekliydi ve çekilince arkasında çelik bir kapı belirdi. Kapıyı müdür Cavit elindeki anahtarla açtı. İçeri geçtik, ışıklar otomatik yandı. 40-45 m2’lik bir odaydı burası, içerde birkaç çuha kaplı masa ile bir rulet masası vardı. Krupiye gençlerden biri de bizimleydi. Cavit ve Dilan’ın adamları dışarda kalırken içerde dördümüz kaldık.
Krupiye çocuk cebinden zarları çıkardı. Dilan zarlara ışığın altında dikkate baktı ardından “Tamam ama fincan isterim. Sen fena zar tutarsın, bilirim!” deyince Hanımağa kahkaha attı. Krupiye hemen odanın bir köşesinden beyaz bir fincan getirdi. Oyunun kurallarını anlattı ama ikisi de zaten biliyordu. Dilan adamının kendisine verdiği bond çantayı açtı, çanta ağzına kadar parayla doluydu. Hanımağa kumarhanenin sahibi olarak para koymadı, onun yerine krupiyenin verdiği fişleri gösterdi. Oyun Dilan’ın zar atmasıyla başladı…
Yaklaşık yarım saatlik oyunun sonunda Dilan 250 bin lira, 30 bin Dolar ve 45 bin Euro kaybetti. Hanımağa kendisini fena sikmişti. Dilan kaybettiği parayı hemen oracıkta çantanın içinden çıkarıp verdi. Hanımağa Dolar ve Euro’yu benim almamı istedi, Türk lirasını ise Cavit’i çağırıp kasaya koymasını emretti. Paraları ceketimin iç ceplerine tıkıştırdım zor bela.
“Geçen sefer sen beni didiklemiştin, şimdi ben seni!” dedi Hanımağa odadan çıkarken. Dilan çok büyük para kaybetmişti ama hiç oralı değildi. Oynamak için getirdiği parayı helal yoldan çalışarak kazanmadığı ortadaydı. O da birilerinden çalmıştı belli ki. Çantayı adamına verdi, Cavit bize birer kadeh viski doldurdu. Dilan viskisinden yudumlar alırken buraya aslında başka bir iş için geldiğini söyledi. Hanımağa ondan meseleyi anlatmasını istedi:
Diyarbakır’da biriyle ortaklaşa müteahhitlik yapıyordu Dilan. Büyük bir site inşa ediyorlardı. Ancak ortaklık yaptığı kişi daireler bitmediği halde nerdeyse yarısını kendisinden habersiz olarak birilerine satmıştı. Üstelik bazı daireleri birkaç kişiye birden satmıştı. Sattığı adamlardan daire paralarını peşin almış, aldığı paralarla tüymüş, kaçmıştı. Adamlara satışta uyduruk bir satış sözleşmesi imzalatmış, sözleşmede Dilan’ın sahte imzasını kullanmıştı. Şimdi para verenler Dilan’ı sıkıştırıp tehdit ediyordu. Kâğıt üzerinde satışı Dilan yapmış ve paraları almış görünüyor olsa da gerçekte onun olanlardan haberi yoktu. Ortağı 40-45 milyon lirayla ortadan kaybolmuştu tahminine göre. Polise ve savcılığa gitmiş ama bir sonuç alamamıştı. Hanımağa’dan bu kişiyi bulmasını ve paralarını kurtarmasını istiyordu.
Hanımağa’ya adamın kimlik fotokopisini, birkaç fotoğrafını, ev ve işyeri adreslerini, akrabalarının adreslerini içeren bir dosya verdi. “Peki adam Türkiye’de mi, yurtdışına filan kaçmadığına emin misin, kaçtıysa bir şey yapamayız!” dedi Hanımağa. “Yok, kaçmadı, eminim. Bir yerlerde saklanıyor. Daha Türkiye’de. Ailesi, karısı, çocukları hepsi buradalar. Kardeşleri filan hepsi burada…!” dedi Dilan.
Hanımağa “Bizim avukata verelim bu dosyayı, kolu uzundur, bir soruştursun bakalım, ne çıkacak. Ama o paraları yurtdışına transfer ettiyse bir bardak soğuk su içmen lazım!” dedi. “Ne kurtarsak kârdır bu saatten sonra, başım büyük belada. Ne edeceğimi bilmiyorum. Şimdi inşaata tedbir koydurdu adamlar, yarım kaldı, çivi bile çakamıyorum!” diyerek ağlayacak hale geldi Dilan. Hanımağa ona bir viski daha doldurdu. Dilan viskiyi iki yudumda bitirdikten sonra kalktı. Birlikte sarılıp kucaklaştılar…
Odada baş başa kalınca “Hikayesi bana pek inandırıcı gelmedi. Adam dairelerin yarısını satmış, bunun ruhu bile duymamış!” dediğimde Hanımağa da bana hak verdi. “Bu da sağlam ayakkabı değildir, bakma böyle hanım hanımcık göründüğüne. Muhtemelen göstermelik bir inşaata başladılar. Millete de proje aşamasında resim gösterip sattılar evleri, aldılar paraları. Ama herif bundan hızlı çıkıp paraları cukkaladı kaçtı. Bu da şimdi götü tutuşmuş halde dolanıyor. Aklı evvelin biridir, senin neyine milletle ortak olup inşaat işlerine girmek. Milleti dolandırmaya kalktı ama kendisi dolandırıldı…!” dedi.
Yeniden içeri geçtik. Kumarhane biraz daha kalabalıktı. Tamara siyah mini eteği ve dar beyaz gömleği ile ortalarda dolanıyordu. Beni yanımda Hanımağa ile görünce tepkisiz kaldı, daha doğrusu selam vermeye bile çekindi. Sarı saçlarını yine topuz yapmış, topuklu ayakkabılarının üstünde herkesten uzun boyuyla kolayca belli oluyordu. Hanımağa birkaç tanıdığına selam verdi, ardından kollu makinelerden birinin başına oturdu. Müdür Cavit yanıma yanaştı. İstediğim masada oynayabileceğimi söylese de istemedim.
Benzinlikten aldığımız para dolu çantayı Cavit’e verdik kasaya koyması için. Kumarhaneden ayrıldığımızda saat 01:00 olmak üzereydi. O saate kadar kumarhanede birer tost yemiştik. Ama şimdi acıkmıştık. Yolda açık bir şırdancıya uğradık. Yavaş yavaş Adana yemeklerine alışıyordum o yüzden sorun yapmadım. Birkaç tanesini mideye indirdim.
Eve geldiğimizde saat 02:00 olmuştu. Villanın etrafı Hanımağa’nın adamları ile doluydu. Asiye salondaki büyük ekranda televizyon izliyordu. Pembe mini bir şortla askılı bluz üzerindeydi. Başı açıktı, uzun sarı saçları sırtına dökülüyordu. Kızın bembeyaz kalçaları, bacakları, omuzları, koynu dikkatimi çekti hemen. Sutyensiz memeleri bluzun içinde belirmişti.
Hanımağa onu görünce “Bu ne hal kız, kalk şurdan!” diye tersledi. Asiye hemen arka tarafa kendi odasının olduğu yere gitti. “Ben evde olmayınca evi kendilerinin belliyorlar!” dedi Hanımağa koltuğa otururken. Ayağındaki topukluları çıkardı. “Ayaklarım sikildi!” dedi onları ovalarken. Ben de karşı koltuğa kendimi zor attım. Uzun ve yorucu bir gün olmuştu. Derken Asiye koşar adımlarla geldi. Gri bir eşofman takımı giymişti.
Hanımağa odasına çıkarken o da peşinden gitti. Bense bir üst kattaki odama çıktım. Üstümdekileri çıkardım. Hanımağa’nın Dilan’dan çarptığı Dolar ve Euroları komodinin üstüne koydum. Ardından yatağa girdim.
On dakika kadar sonra kapıma vuruldu, ardından açıldı kapı. Asiye elinde bir bardak süt ile kapıdan girdi. Işığı açıp “Hanımağam sıcak süt istedi, sana da göndermemi istedi abi!” dedi çekinerek. “Tamam, sağ ol, şuraya bırak!” dedim yatağın yanındaki komodini işaret ederek.
Asiye gözlerini kaçırarak sütü komodinin üstüne bırakırken ince narin bileğinden yakaladım…
3 年 前