Adanalı Hanımağa 31

Sabah 10:00’a doğru Asiye uyandırdı. Gece yaşadıklarımızdan sonra keyfi yerindeydi, yüzü gülüyordu. “Hanımağam aşağıda, seni bekliyor!” dediğinde kalktım. “Tamam, yıkanıp geleceğimi söyle!” dedim. Çıplak bir haldeydim ama beni böyle görmesinde bir mahzur yoktu, artık “Karım!” olmuştu ne de olsa.

Gece tadına baktığım olgunlaşmış memeleri üstündeki sarı renkli bluzun önünü kaldırmıştı. Başını siyah bir türbanla ensesinden bağlamış, sarı saçlarının uçları altından çıkmıştı. Altına çiçekli basma bir şalvar giymişti. Odanın kapısı yarı aralıktı, o nedenle Asiye’nin beline sarılıp kendime çekmemde, elimi şalvarının içine sokup külotsuz sert ve sıkı göt yanaklarını sıkıp okşamamda bir sakınca yoktu. Etli pembe dudaklarını da bir süre emdikten sonra ellerimin arasından sıyrılıp geceki gibi parmak uçları üzerinde odadan çıktı. Yarağımı sertleştirip kaldırmış ama sonra kaçıp gitmişti Asiye.

Odanın kendine ait banyosu yoktu, o nedenle koridora çıkıp yan taraftaki banyoya geçtim. Beş yıldızlı bir otel banyosundan farksızdı. Burası benim için hazırlanmıştı belli ki. Büyük bir duşakabin vardı. Girdim ve sıcak suyun altında birkaç dakika güzelce yıkandım. Kalın ve pamuk gibi yumuşak bornoza sarınıp kurulandım. Halen komodinin üstünde duran Dolar ve Euroları çekmeceye koydum. Giyindim ve aşağı indim...

Havuzun başında mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Hanımağa’nın yanında avukat oturuyordu. Hararetli bir konuşma halindeydiler, Hanımağa’nın işareti üzerine oturdum, onları dinlerken tabağıma bir şeyler koydum.

Abuzer bugün ödemeyi yapacaktı, konuştukları konu buydu, Halil Ağa haber göndermişti. Parayı ben almaya gidecektim ama bir ibnelik olmasından çekiniyordu Hanımağa. Buluşma yerini beğenmemişti çünkü. Abuzer ile ilk karşılaştığımız otelde ödemenin yapılmasını istiyordu. Yanımda bir sürü silahlı koruma ile gidecek, parayı ki 5 milyon dolar nakit paraydı bu, alacak ve sağ salim dönecektim.

“Tuğrul’un kılına zarar gelirse o Abuzer itiyle adamlarının başına Adana’yı geçiririm!” dedi Hanımağa uzun ağızlığına sigarasını takarken. Avukat sigarasını yaktı, derin bir nefes çekip yüzüme üfledi.

“Akşamüstü saat dörtte ödeme yapılacak... Çocuklarla birlikte gideceksin... Sen de kendi silahını üstünde bulundur... 5 milyon dolar, az para değil... Hepsi bizim olsa neyse, içinde emanet de var... Onun için çok dikkatli olacaksın... Ödemenin otelde yapılmasını istedim... Henüz yanıt vermedi Halil Ağa... Ama benim kendisine de güvenmediğimi anlamıştır... Beni doğrudan karşısına almak istemeyecektir, o kadar bunamamıştır daha... O yüzden teklifime evet diyecektir...!”

“Orası bizim mekânımız sayılır, onun için sıkıntı çıkması zor... Yine de çocukları önceden yerleştirecem otele, geleni gideni kontrol edecekler... Otel müdürüyle de konuşacam, bütün güvenlik tedbirleri alınacak, hiçbir şey riske atılmayacak...!”

“Tamam, sen nasıl dersen öyle yaparım!” dedim. Hanımağa baş işareti ile cevabımı beğendiğini belli etti. “Şu altınları alacak İranlı haber göndermiş kuyumcuyla, öğlende gelecek ama benimle tanışmak istiyormuş. Belki iş yaparız birlikte. Kahvaltıdan sonra oraya geçelim!” dedi. Avukat izin isteyip kalktı.

O gittikten sonra “Gece güzel yattın mı!” diye sordu. “Uyumuşum valla, gönderdiğin süt iyi geldi!” dedim yanıt olarak. “İyi, yap kahvaltını da konuşacaklarım var seninle!” dedi.

Ben kahvaltımı yaparken o Emine’nin getirdiği Türk kahvesini yudumladı. Emine meraklı gözlerle bir bana bir Hanımağa’ya baktı kahveyi bıraktığı sırada. O da kızı gibi çiçekli basma şalvar giymişti. Üstünde ise yine çiçekli uzun kollu bir gömlek vardı. Gömleğin altında sutyen yoktu, Adana sıcağında sutyen giyerek kendine eziyet çektirmek istememişti anlaşılan. Çıplak beyaz eti gömleğin düğme aralıklarından görünüyordu. Top güllesi gibi şişkin memeleri kendilerini sıkan sutyen olmadığı için gömleğin altında löpürdüyordu. Hanımağa dikkat etmedi buna, bense Asiye’nin gece anlattıklarından sonra Emine’ye daha dikkat eder olmuştum. Onun kocası tarafından satılan, pazarlanan bir kadın olduğunu öğrenmek içimi acıtmadı değil.

Emine gittiğinde bunu Hanımağa’ya söyledim. “Kocası satıyormuş Emine’yi!” dediğimde “Kimden duydun!” diye sordu gözleri açılmış halde. “Duydum işte, boş ver!” dedim. Üstünde durmadı. Sigarasını söndürüp “Satıyormuş pezevenk!” dedi.

“Kimi sattığı, kimi sikiştirdiği umurumda değil. İster karısını satsın ister kızını. Ben yanımda çalıştırdığım adam bana yarıyor mu yaramıyor mu ona bakarım... Çok da işime yarıyordu pezevenk... Psikopatın önde gideni... Gözünü kırpmadan adam vurur, köpek gibi de sadıktır... O olsa şimdi gözüm arkada kalmazdı, yanına verirdim onu işi hallederdi hemen... Neyse siktir et sen şimdi bunları...!” diye devam etti sözlerine.

Hayat fazlasıyla acımasız yapmıştı Hanımağa’yı. Onun için önemli olan yanındakilerin işine yarayıp yaramadığıydı. Onun dışında bir önemleri yoktu, kâğıt üzerinde birer isimden ibaretlerdi. Yanıma çekti koltuğunu ve fısıltılı şekilde konuşmaya başladı...

“Dünkü toplantıda Halil Ağa’nın davranışları hoşuma gitmemişti... Abuzer itiyle ortak iş çevirdiği bu sabah iyice belli oldu... Mehdi’nin arkasında Abuzer, Abuzer’in arkasında da Halil Ağa...!”

“Abuzer ödemeyi kendi çiftliğinde yapacaktı ama Halil Ağa başka yer ayarlayacağını söyledi dün, sen de duydun... Ayarladığı yer kendi işyeriymiş... İbnelik olduğunu o zaman anladım... Seni oraya gönderirsem sağ çıkma ihtimalin yok... Onun için otelde olmasını istiyorum...!”

Ben bunun alelade bir para alışverişi olacağını sanırken iş bambaşka yerlere gidiyordu. İşin ucunda benim kellemin gitmesi ihtimali vardı. İstemeden ellerim titredi. Hanımağa anladı bunu ama ters tepki vermedi. Elini uzatıp elimi tuttu, “Korkma, kimse senin kılına zarar veremez. Öyle bir şey olmasına müsaade eder miyim sanıyorsun!” dedi. Adamlarının görme ihtimali nedeniyle hemen çekti elini.

“Halil Ağa’nın seninle ne derdi var peki!” diye sordum. “Benimle ilgisi şu... Halil Ağa’nın oğulları Abuzer’in Kozan’daki eski kireç madenini almışlar... Abuzer çok yakın zamanda madeni devretmiş bunlara... Maden dediğime bakma, her türlü pisliğin uğursuzluğun olduğu yerdir orası... Abuzer esk**en eroin imal ediyordu orada...!”

“Devir işini üçüncü kişiler üzerinden yaptıkları için benim duymam biraz zaman aldı... Karşılığında Mevlüt’le kardeşinin infaz iznini vermiş Halil Ağa... Mevlüt benim altımda sayılır... Kardeşini de onu da severim... Benim altımdaki adamı öldürme emri verdilerse sıra bana da gelecek demektir... Akılları sıra Mevlüt’le kardeşini kaldırıp onların işlerine mallarına çökecekler...!”

“Mevlüt kaçakçılık konusunda bir numaradır... Başka işleri de var, silahlı gücü de kuvvetlidir... Ondan boşalacak koltuğa Halil Ağa’nın oğulları oturacak, planları bu... Oğulları artık Ankara’da eskisi gibi iş alamaz olmuşlar... Para muslukları kesilmiş... Kendilerine yeni bir arpalık arama derdindeler anlayacağın... Abuzer’den kurtulmak için Halil Ağa’ya gitmekle kendimizi açık ettik ama önemli değil... Kimse benden daha güçlü değil... Gerekirse Halil Ağa’yı da indiririm...!”

Hanımağa’nın bu kendinden emin ve soğukkanlı hali beni biraz rahatlattı. “Ne yapacaksın peki? Bir sonraki adımın ne olacak!” diye sordum. “Abuzer Mevlüt’ü indirmeden, Mevlüt onu indirecek... Olay bu... Ama Abuzer sırra kadem basmış durumda... Nerde olduğu belli değil... Halil Ağa onu saklıyor belli ki... Yerini bulup Mevlüt’e uçuracağız, o da onun işini bitirecek... Halil Ağa’nın oğullarına gözdağı vermiş olacam böylelikle... Halil Ağa’da anlar artık işlerin kendi zamanındaki gibi yürümediğini... Çocuklarının Ankara’da eskisi gibi iş yapamadıklarını milletvekillerinden öğrenmiştim... Bu da benim işime geliyor... Eğer Ankara onların yanında olursa bu benim zararıma olur ama şimdi işim daha kolay... İş Abuzer’in yerini bulmakta bitiyor... Onu da bugün öğreneceğim...!”

“Ödeme için kızı gelecek Abuzer’in... Adım gibi eminim... Adamlarına 5 milyon Dolar emanet edecek adam değildir Abuzer... Adamlarına güvenmez, öyle bir ittir bu... Kızıyla otelde buluşacaksın... Planı yaptım... Onu kaldıracağız anlayacağın... Babasının yerini öğrenecem ondan... Söylemezse onun da işini bitirecem... Halil Ağa’nın işyerine seni göndermemenin sebebi de bu... Bu tuzağın aynısını onlar orada sana yapacaktır...!”

Hanımağa’nın sözleri bittiğinde telefonu çaldı. Arayan Halil Ağa idi. “İti an çomağı hazırla!” dedi gülerek. Ancak kendisiyle çok saygılı, alttan alır şekilde konuştu. Konuşmanın sonunda yüzü gülüyordu. Telefonu kapattı.

“Dediğim gibi, beni karşısına alma aptallığını yapmadı... Ödeme otelde olacak...!” dedi. Hemen ardından otel müdürünü aradı. Ona üstü kapalı şekilde bu akşamüstü önemli bir iş görüşmesi için güvenli bir oda ayarlamasını söyledi. Çok yüklü bir para alışverişi yapılacaktı, kendisinin yerine ben olacaktım ve müdür Hanımağa’nın gözü kulağı olacaktı. Müdür Hanımağa’nın sözlerini ve isteklerini ikiletmedi. Gereken her şeyi ayarlayacağını söyledi. Otel müdüründen istediği cevabı almak Hanımağa’yı daha da mutlu etti.

Bir sonraki görüşme için Mevlüt’ü benim telefonumdan aradı. Kendi telefonundan görüşmek istemedi onunla. Mevlüt’e durum hakkında bilgi verdi, Abuzer’in yerini öğrendikten sonra Mevlüt harekete geçecekti...

Konuşması boyunca sıktığı parfümünün kokusunu ciğerlerime çekmiştim. Beyaz bir pantolonla ceket vardı üstünde, siyah bir gömlek giymişti içine. Sarı saçları açıktı. Kimseler olmasa Hanımağa’nın dudaklarına yapışacaktım ama adamları havuzun etrafında ve bahçede dolanıyor, etrafı kolaçan ediyorlardı. Ayrıca Asiye ve Emine bana çay getirmek için sırayla gelip gidiyordu. Bir kızı bir anası sırayla uğruyordu masamıza ve her gelişlerinde gözleri üzerimizde geziniyordu...

Kalktık. Silahım lüks cipimin torpido gözündeydi. Alanya’dan Hanımağa’nın adamları cipi getirmiş, villanın önüne park etmişti. Tabancayı torpidodan aldım ve Hanımağa’nın verdiği siyah evrak çantası benzeri çantanın içine koydum. Görüşmeye bu çantayla gidecektim...

Hanımağa’nın zırhlı Mercedes’ine atlayıp önce banka müdürüne uğradık. Müdür zaten konuyu biliyordu. Altınlar karşılığında alacağımız parayı hesaba yatıracak, parayı sisteme sokacaktı. Karşılığında da komisyonunu alacaktı. İş bu şekilde yürüyordu. Sonrasında benim araba galerisine uğradık. Muhasebeci ile işler hakkında konuştuk bir süre. İşlerin fena gitmediğini söyledi. Dışarda da biraz vakit harcadıktan sonra kuyumcuya gittik...

İranlı iş adamı gelmişti. Üst kata çıktık kuyumcu Selman ile. Orta boylu, zayıf, siyah gür sakallı bir adamdı. Türkçesi gayet iyiydi. Adı Ferhad idi. Adam gözümüzün önünde anlaşılan miktarda parayı yanında getirdiği çelik çantadan çıkardı ve masanın üstüne tek tek koydu. Deste deste paralar Selman’ın adamları tarafından para sayma makinesinde sayılmaya başlandı.

Uzun süren bu işlem boyunca Ferhad kendisi ve işleri hakkında konuştu. Çok sık Türkiye’ye geldiğini hem Türk hem de İran gümrüğündeki adamları vasıtasıyla altınları geçirebildiğini, Türkiye’den topladığı altınların büyük kısmını Pakistan ve Hindistan’a sattığını anlattı. Hanımağa’ya birlikte iş yapma teklifinde bulundu.

Elinde bu işten kazandığı çok yüklü miktarda para vardı ve bunları Arap ülkeleri vasıtasıyla Türkiye’ye sokabileceğini ama o zaman çok miktarda komisyon ödeyeceğini, kaybının çok olacağını söyledi. Hali hazırda işini bu şekilde yürütüyordu zaten ama Araplara komisyon yani rüşvet ödemekten gına gelmişti.

Hanımağa altın ithalat ve ihracatı yapan bir şirket kuracak, hurda altın ihracatı adı altında işlenmiş altını satıp parayı İran’dan transfer edecekti. İşin Türkiye ayağını Hanımağa İran ayağını Ferhad yürütecekti. Kolay ve kârlı bir işti ama karşılıklı güven çok önemliydi. Ferhad daha önce Kapalıçarşı’daki bir kuyumcu vasıtasıyla bu işi yapmış ama adam kendisini dolandırmıştı. Şimdi kendisine hem koruma sağlayacak hem de ortak olacak birini arıyordu. İşi şimdilik Selman vasıtasıyla yürütüyordu ama iş küçük boyutlu kalıyordu. Hem Selman hem de kendisi kazanabileceğinin çok altında paralar kazanıyordu.

İş Hanımağa’nın aklına yattı ama önce iyice araştırması gerektiğini söyledi. Selman bu konuda Hanımağa’ya danışmanlık yapabileceğini, üçüncü ortak olarak kendi kârını ve komisyonunu koruması karşılığında işleri halledebileceğini söyledi. Hanımağa “Tamam, hallederiz, sonra bir ara konuşuruz seninle. Şu aralar başım çok kalabalık!” dedi Selman’a.

Para sayma işi bittiğinde Selman anlaşılan tutarın tamam olduğunu söyledi. Kasadan 15 külçe altını çıkarıp Ferhad’a verdi. Ferhad altınların Tunus’tan geldiğini üstlerindeki damgadan anladı. Her birini tek tek inceledikten sonra bavuluna koydu. Çelikten yapılmış oldukça sağlam ve kilitli bir çantaydı. Çantayı bileğine kilitledi. Selman paraları pay etti. Hanımağa’nın payını siyah büyük bir Bond çantaya koydu. Çantayı ben aldım, oldukça ağırdı.

Ferhad’ın iki koruması vardı, o arabasına atlayıp kaldığı otele giderken biz de yola koyulduk. Gideceğimiz yer günlerdir Hanımağa tarafından saklanan Seher’in yanıydı. Benim eski dairemin olduğu yere çok yakın bir binanın önünde durduk. Beş katlı beyaz binanın önünde Hanımağa’nın adamlarından Celil ve birkaçı duruyordu. Hemen kapıyı açtı Celil.

“Hoş geldin Hanımağam!” dedi öne eğilip elini öpmeye çalışarak ama Hanımağa izin vermedi. “Var mı aksi bir durum!” dedi Hanımağa etrafa göz gezdirerek. “Yok Hanımağam, Seher ablam yukarda, her ihtiyaçları karşılanıyor, sıkıntı yok!” dedi. Asansörle beşinci kata çıktık. Sağımızda kalan dairenin zilini çaldı Celil. Kapı açılırken o aşağı indi, biz de içeri girdik.

Gencecik bir kız açtı kapıyı, en fazla Asiye’nin yaşında vardı, belki ondan da küçüktü. Siyah minicik bir taytla nerdeyse memelerine kadar karnını ve göbeğini açıkta bırakan siyah bir atlet giymişti. Daracık tayt kasıklarını sıkmış, taze amının izini belli ediyordu. Atletin altında da bir şey yoktu ve yeni yeni olgunlaşan memelerinin sivri ve dik uçları parlak atletin altında belirmişti. Uzun kumral saçları sırtına dökülüyordu. Kız bizim kim olduğumuzu anlayamadı, “Kimsiniz!” dedi bize üstten bakıyormuşçasına.

Hanımağa doğal olarak bundan hoşlanmadı ve kızı omuzundan tuttuğu gibi yana fırlattı, “Çekil şöyle siktirtme belanı şimdi!” dedi öfkeyle. Hanımağa’nın köpürmesi Seher’i ortaya çıkardı. Koridordan çıkıp “Hanımağam hoş geldin!” dedi ve elini kapıp öptü başına koydu. Kız bu durum karşısında birden gerildi ve uzun narin bedeni ürperdi. “Kusura bakmayın, sizi tanıyamadım!” dedi Hanımağa’ya. O da elini öpmek istedi ama Hanımağa “Tamam, gerek yok, bundan sonra akıllı ol yeter!” dedi.

Seher bizi salona aldı. Büyük üçlü koltuğa Hanımağa ile yan yana oturduk. Seher ise karşımıza geçti. Süklüm püklüm bir haldeydi. O da kız gibi mini bir taytla siyah bir atlet giymişti. Kestane kızılı saçlarını tepesinden bağlamıştı, kızın aksine şişkin memelerini atletin altındaki siyah sutyeni ile kontrol altına almıştı. Uzun takma kirpikler ve kırmızı tırnaklar takmıştı. Cam açıktı, beşinci kattaydık ama doğru düzgün rüzgâr esmediği için içerisi oldukça sıcaktı.

Seher “Aleyna sen bize kahve yap, hadi güzelim!” deyince kız mutfağa geçti. “Kim bu!” dedi Hanımağa kızı işaret ederek. Seher geriye yaslanıp “Yeni düştü Hanımağam. Ailesinden kaçmış, ben himayem altına aldım. Daha müşteri yüzü görmedi. Eğitiyorum şimdilik. Burada da bana yardımcı oluyor!” diyerek yanıt verdi. Hanımağa bacak bacak üstüne attı. Ceketinin cebinden tabakasını çıkarıp bir sigara aldı, Seher hemen uzanıp sigarasını yaktı.

“Mestan’dan kaçan kızlar nerede!” diye sordu Hanımağa. “İçerdeler!” dedi Seher ve kalkıp onları getirmeye gitti. Az sonra Aleyna elinde bir tepsiyle gelirken Seher de iki kızı arka odadan salona getirdi. İki tane su gibi piliçti gelenler. Biri siyah saçlı, diğeri sarışındı ve en fazla yirmi yaşında gösteriyorlardı. Seher’in işareti üzerine Hanımağa’nın elini öpüp başlarına koydular. Karşımızda el pençe divan duruyorlardı. Aleyna kahvelerimizi sehpaya bırakıp geri çekildi. Hanımağa’ya dikkatle ve merakla bakıyor, onu inceliyordu.

Kızlardan siyah saçlı olanın adı Ravza idi ve Suriyeliydi. Uzun kıvırcık saçları omuzlarına iniyordu. Bembeyaz süt gibi bir teni vardı, güneşe hiç çıkmamıştı anlaşılan. Badem gibi iri kahverengi gözlerine kalem çekilmişti. Dar siyah bir taytla beyaz tişört vardı üstünde. Sarışın olansa Türk’tü, adı Selma idi. Her iki kolunda ve bacaklarında dövmeler olan bir kızdı. Aleyna gibi kısa daracık bir tayt giymişti. İp askılı atlet vardı üstünde. Göbeğinde ise piercing’i parlıyordu.

Hanımağa kızları baştan aşağı süzdü. Önünde dönmelerini istedi. Kızlar etraflarında döndüler, Hanımağa daha sonra “Nedir bunların olayı!” diye sordu Seher’e. Seher kızlar karşımızda dururken başlarından geçeni anlattı.

Suriyeli olanı öz babası Mestan’a satmıştı. Selma ise eskortluk yaparken Mestan ile tanışmış, daha sonra Mestan ile sevgili olmuşlardı. Mestan her ikisini de hap bağımlısı yapmıştı ve zengin Arap müşterilere satıyordu. Ancak kızlar Mestan’a çok para kazandırmalarına rağmen yeterince kazanamıyor, üstüne dayak yiyip tehdit ediliyordu. Mestan onları hapla kontrol altına aldığını sanırken ellerinden kaçıp Seher’e sığınmışlardı. Seher Selma’yı eskortluğu zamanından tanıyordu.

Hanımağa kızlardan soyunmalarını istedi. Alanya’da Ceren’e yaptığı gibi onları da çıplak görmek istiyordu. Kızlar Seher’e baktılar ve onun kaç göz işareti üzerine üzerlerindekileri çıkardılar tek tek. Kızlar kolları iki yanda sarkık, gözleri Hanımağa’nın üzerinde sabit halde karşımızda çırılçıplak duruyordu birkaç saniye sonra.

Selma’nın amının hemen üzerinde de dövme vardı. Siyah üçgen şekilli kıllarının üzerinde kırmızı bir kalp dövmesiydi bu. Ravza süte batırılmış gibi beyazdı. Amı minik ve dudakları biçimliydi. Selma’nın am dudakları ise biraz koyulaşmış ve büyüktü. Ravza’nın memeleri Selma’nınkilere göre daha büyük ve yassıydı. Selma’nınkiler ise dik ve dolgun. Hanımağa geriye dönmelerini istedi. Selma’nın bel çukuru da dövme ile kaplanmıştı ve bu durum Hanımağa’nın hoşuna gitmedi. “Bu kızın her yeri alacalı bulacalı!” dedi. Ravza’nın göt yanakları dik ve sıkıydı, göt yanakları iki yana ayrıkken Selma’nınkiler daha bitişik ve büyüktü.

Manzara karşısında yarağım sertleşti ve belli etmemek için bacak bacak üstüne attım. Hanımağa Suriyeli kızı beğendi ama Selma hakkında aynı fikirde değildi. Seher ise Selma’nın çok iyi olduğunu, müşterileri çok memnun ettiğini, ondan çok para kazanabileceklerini söyledi Hanımağa’ya.

Hanımağa bunun üzerine Selma’ya “Doğru mu!” diye sordu. Selma ürkek ve çekingen bir halde “Müşterilerim benden memnundur Hanımağam, sizi temin ederim!” dedi. “Göreceğiz!” dedi Hanımağa Aleyna’nın yaptığı kahveyi yudumlarken. Kahveyi beğenmişti, Aleyna’ya dönüp “Aferin, güzel yapmışsın, gel şöyle sen de!” dedi ona.

Aleyna ürkek ürkek geldi ve Selma ile Ravza’nın yanında durdu. Seher’in işareti üzerine Ravza ve Selma kıyafetlerini alıp salondan geldikleri odaya geçerken Aleyna’nın sorgusu başladı...
发布者 58svsl
2 年 前
评论
1
账户以发表评论
sucreman
sucreman 2 年 前
eline sağlık dostum
回答